Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sdt yldz

Onların planları varsa, Rabbimizin de bir planı vardır elbette. Kudüs'ün özgür olacağına olan inancımız tamdır. Ancak; neden bu bizim elimizden olmasın? Kudüs'ün özgürlüğüne giden yolda neden bizim de bir taşımız olmasın?
Reklam
İşgalci İsrail, özellikle Kudüs'te yaşayan Müslümanlara; çok büyük rakamlar teklif ederek evlerini satın almaya çalışıyor. Milyonlarca dolar teklif etmekle kalmayıp; yurtdışında istediği ülkenin vatandaşı olup orada yaşamak, ev, araba ve iş imkânı gibi teklifleri de önlerine sunuyorlar. Bütün bu tekliflerin karşısında Kudüslülerin cevabı net: Burası bizim değil, Ümmet adına burada ilk kıblemiz Mescid-i Aksa için nöbet tutmaya devam edeceğiz. Buradan ancak cesetlerimiz çıkar!”
Bir anne, yavrusunu beşikte sallarken; adeta Kudüs'ün surlarını sallıyormuşçasına heybetle “Ey yavrucuğum, sen ya Kudüs'ü kurtaracak kumandan olursun, ya onun askeri, ya da onu doğuracak ve yetiştirecek anne olursun inşaallah!” diye dua edermiş.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Büyük umutları var. Kudüs'ün özgürlüğüne olan inançları gayet ciddi ve diri. Ne işgalcilerden ne onların silahlarından ne de ölmekten korkuyorlar. Ancak üzülüyorlar. Bunca Müslümana rağmen İsrail'e karşı ilk kıblemize sahip çıkamamanın acziyetine üzülüyorlar. Üzüntüleri yalnız bırakılmış Kudüslüler için değil, yalnız bırakılmış Kudüs için.
2960. “Bir gün Hazret-i Ebu Bekir, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Aişe'nin (r.anha), Efendimize bağırdığını işitti. "Rasülullah'a nasıl bağırırsın? diye elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebu Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı. "Ebu Bekir (r.anh.) çıktıktan sonra Peygamber Efendimiz Aişe' ye: "Gördün mü, seni nasıl kurtardım babanın elinden..." dedi. “Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebu Bekir (r.anh) tekrar mürsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer Efendimizle Aişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle dedi: “Beni nasıl kavganıza kattıysanız, barışınıza da katar mısınız?" “Peygamberimiz: “Kattık, kattık' buyurdu.” (Ebu Davud El-Bidaye 6/46)
Reklam
Tufeyliler (Oburlar ve Asalaklar); cömert sofralarının şenliği, cimri ev sahiplerinin korkulu rüyası, davet kapılarının ilk aralayıcıları olarak, bütün bir insanlık tarihi boyunca kazan kaynayan evleri kollayıp durdular. Öyle ki tufeylilik; kendi içinde efendileri olan, çelebice öğütlerle erbablarını bilgilendiren, sofralardan nasiplenmek için keskin zekalılığı ile sürekli yeni buluşlar üreten ve çektiği ilgi nedeniyle üzerinde kitaplar yazılan bir alan haline geldi.
O zamanın tüm babalarında olan durum benim babamda da vardı. Erkek çocuklarına karşı mesafeli ve soğuk durmak... Töreler böyleydi. Bir baba bebeğini kucağına alıp sevemezdi. Ayıptı. Kınanırdı. Çocuğunu dizine alıp eylenmek, kapı önünde onunla oynamak olacak iş değildi. Babalar tıpkı bir hırsız gibi uğrun uğrun, gizli saklı çocukları uyurken saçlarını okşar, yanaklarını usulca öperdi. Bir babanın çocugunu kucağına almasını bırakın, elinden tutup sokakta yürümesi bile mümkün değildi.
Biz doğduğumuzdan beri yoksulduk, varlığı görmedik ki yoksulluktan şikâyet edelim. Biz şöyleyi böyleyi görmedik ki daha iyisi için hayal kurabilelim. Evimizin, köyümüzün dışından başka bir yer görmezdik ki.
Ben hangi köye gitsem gözlerim hep o bir çift gözü arardı Çünkü âşık olmuştum, çünkü o gözlerin tadını tatmıştım bir kere. Fakat bir daha onu hiç göremedim. Babamgille o köy. den bir göçtük, daha gideriz... Adı 'M' ile başlayan bir kızdı. Derken bir gün kara haberini aldım, ölmüş. Bir türkü yaktım onun adına bu türküyü ilk ve son kez o gün okudum. Kimse de bilmez benden gayri bu türkünün sözlerini.
Böyle bir peygamberimizin olması...
1566. Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir hanım sahabesine birkaç keçi verdirtti ve "Oğullarına emret, tırnaklarını kessinler, böylece sağdıkları zaman hayvanları incitmemiş, memelerini kanatmamış olurlar. Yine oğullarına emret ki yavrularının gıdalarını iyi yapsınlar buyurdu. (İbnu Sa'd 7,48, M.Zevaid 8,196)
Reklam
Bekir b. Abdullah şöyle demiştir: “Bir tokadı en çok hak eden, çağrılmadığı yemeğe gidendir. "İki tokadı en çok hak eden, ev sahibi, 'şuraya otur” dediği halde; 'hayır buraya oturayım' diyen misafirdir. "Üç tokadı en çok hak eden de, yemeğe davet edilen, sonra ev sahibine: “Evin hanımını çağır da bizimle yesin” diyen misafirdir.”
Hemen hemen herkesin bildiği “Neredesin Sen?” türküsünün yanık sözleri işte o zaman külleniyordu dilinin ucunda. Herkes, bu türküyü sevdiği birisine yazdığını, yaktığını zannediyordu. Doğru, sevdiği birisi için yakmıştı bu sözleri ama bu kişi bir yâr değil, anasıydı. Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen, Bütün dertlerimi anlayıp göynümü bilen.
Ben gidersem sazım sen kal dünyada. Gizli sırlarımı aşikâr etme hey! Lal olsun dillerim söyleme yâre. Garip bülbül gibi ah u zâr etme hey!
Biz Müslümanlar, Sevgili Peygamberimize elimizden geldiği kadar ittiba etmeliyiz. Onun ahlakı ile ahlaklanmalı, âdeti ile adetlenmelidir. O, kendisi taklit edilmeye en layık olandır. Herkesin bir model bularak saçını, giyinişini, konuşmasını, yürüyüşünü taklit ettiği şu dünyada bizler de biricik Peygamberimizi taklit etmeliyiz.
On iki yaşlarındayken babasıyla gittiği bir 'ağa düğünü' hayatının dönüm noktası oldu. Düğün sahibi köyün ağası, çalgıcıların parasını peşin ödemişti ama sazcı ortada yoktu. Beklediler ama sazcı hâlâ gelmemişti. Düğün başlamak üzereydi. Beklemekten sabrı taşan ağa, gelmeyen sazcının öfkesini babasına kusarken elinde kırık biz sazla Neşet dikildi Muharrem Ertaş'ın karşısına. Büyük usta çaresiz kabul etti oğlunun çalmasını, dünya çapında bir müzik adamının da zincirlerini çözdüğünün farkında değildi muhtemelen. 12 yaşındaki Neşet, o kırık saza can verdi sanki. Düğünü de kurtardı, babasının itibarını da. O sazı ölümüne kadar hiç kaybetmedi Neşet Ertaş.
524 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.