İnsanın bu dünyada koşulsuzca sevebileceği ve güvenebileceği dostlara da ihtiyacı vardır.
Arkasını güvenle dönebileceği, uğruna her
şeyini feda edebileceği bir dost… Bazı insanlar hayat yolculuğumuzda misafir olurlar bize.
Hayatımıza belli dönemlerde girip çıkan bu
insanların hepsinin bir görevi vardır: Bize hayatı öğretmek… Her birinden ayrı ayrı tecrübeler ediniriz. Kiminin hayatımızda kalma süresi uzun olur, kiminin ise çok kısa. Sebepsizdir gidişleri. Kimi çıkar uğruna yanaşmıştır, kimi merak. Bazen de en sıkıntılı anlarında tanışırsın birileriyle ve o en bunalımlı zamanını atlatana dek hep yanında olurlar ve sonra da sessizce çıkıp giderler hayatından. İşte ben bu gibi insanların, görevlerini yapıp sonra da yollarına devam ettiklerini düşünürüm hep.
Harama götüren herşey haramdır:
Kötü ve zararlı birşeyi önlemenin en makul ve kesin yolu, sebepleri ortadan kaldırmak, vâsıtaları yok etmektir. İşte İslâmın haram mevzûunda tuttuğu yol da budur. Meselâ zinâyı haram kılmıştır. Maksat zina suçunun meydana gelmesi ve suçlunun haram işlediği için ceza görmesi değil, suçun işlenmemesidir. Bunun için de yalnız ceza kâfi değildir; suça iten sebeplere inmek gerekir. Bundan dolayı İslâmda bir taraftan evlenme kolay, boşanma mümkün kılınmış, diğer yandan aşırı açıklık, saçıklık, başbaşa bulunma, müstehcen, tahrik edici resim ve müzik, gereksiz beraberlik... yasaklanmış, haram kılınmıştır.
Harama muhtaç etmeyecek kadar helâl vardır:
İslâm, insanların ruh ve bedenleri için faydalı olan ihtiyaç duyulan hiçbir şeyi haram kılmamıştır, haram kıldıkları ya sırf zarar, yahut da-alkollü içkiler gibi- zararı faydasından çok olan şeylerdir. Allah Teâlâ dileseydi insanların muhtaç olduğu bazı şeyleri de haram kılabilirdi. Çünkü mülk yalnızca O'nundur; kulun Rabb'ine itiraz hakkı olamaz. Ancak O, rahmetinin bir eseri olarak zararlı olanı haram kılmış ve onun yerini tutan, ona muhtaç etmeyen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılmıştır. Bu cümleden olarak:
Ok çekip fal bakmayı haram kılmış, bunun yerine istihâre duâsını koymuştur.
Erkeklere ipeği haram kılmış, bunun yerine keten, yün ve pamuk nevinden elbiseler vermiştir.
Pis ve zararlı yiyecek ve içecekleri haram kılmış, bunların yerini sayısız temiz, leziz ve faydalı yiyecek ve içeceklerle doldurmuştur....
Ne oluyor size de, dünyada elde ettiğiniz az bir şey sizi ferahlandırıyor, âhiretten yitirdiğiniz çok çok lütuflar, sizi hüzne salmıyor? Dünyadan yitirdiğiniz az, ehemmiyetsiz şeyler, sizi ıstıraba atıyor; belirtisi yüzlerinizde görünüyor, sabrınızın azlığından beliriyor; elinizden çıkana dayanamadığınız anlaşılıyor. Sanki dünya, durup kalacağınız durağınızmış, malı-mülkü de sanki hep elinizde kalacakmış, yitip gitmeyecekmiş. O da ayıbını yüzüne karşı söyler diye korkuyorsunuz da hiçbiriniz, kardeşinin ayıbını yüzüne karşı söylemiyor. ona öğüt vermiyor. Bir müddet sonra gelip çatacak ahireti terk etmeyi, elinize hemen geçecek dünya sevgisine katıp onu bulandırdınız; din sözü yalnız ağzınızda, sanki onu bir kerecik tattınız, sanki her biriniz işini görmüş, bitirmiş, efendisinin razılığını elde etmiş gibi bir hal içinde.
Bir Türk klasiği hayranı olarak yine bir Türk klasiği kitabıyla karşınızdayım.
Kitap Zehra'nın kıskançlığını ele alıyor. Ama bence kitapta Zehra'nın kıskançlığından çok Suphi'nin güzellik ve kadın düşkünlüğü göze çarpıyordu. Suphi'nin tutulduğu şeyin aşk mı yoksa tutku mu olduğunu, Suphi'nin gelgitlerine
Kendisi gibi yaratılıştan kıskanç olan kadınlar, sevgilerine karşı yapılan hakaretlere mümkün değil sabırla tahammül edemezlermiş, "Kadın gönlüyle şaka olmaz." "Kadınların gönlü oyuncak değildir."
Suphi'yi düşünmek bile Muhsin'in kocalık haklarına karşı bir tecavüz, bir ihanet değil midir? Fakat bir içgüdünün hükmüne de karşı durmak mümkün değil ya.