Neyin nesi olduğunu, dünyaya niçin geldiğini bilmeden, bilmek olanağını da görmeden, bu bilgisizliği altında, intihar etmekten korkacak kadar acı çekerek yaşayıp gidiyor, bir yandan da kendi yaşam yolunu sağlam bir biçimde açıyordu.
Işığında endişelerle, yalanlarla, üzüntülerle, kötülüklerle dolu kitabı okuduğu mum bir anda her zamankinden daha bir parladı. Şimdiye dek Anna için karanlıkta olan her şeyi aydınlattı. Sonra titredi, ışık, sönmeye başladı, söndü...
Melville'in yeryüzündeki kötülük konusunda söyleyecekleri var anlaşılan dinleyelim: "işte tüm bu nedenlerden ötürü, bu işe hangi açıdan bakarsanız bakın, şu sonuca varırsınız: kıyamet gününe dek yeryüzünde resmi yapılmayacak bir tek yaratık varsa, o da deniz canavarıdır. bir resmi ötekinden biraz daha fazla gerçeğe uygun olabilir gerçi, ama bu resimlerden hiçbiri tamamıyla doğru olamaz. balinanın aslında tam ne biçim olduğunu anlamanın dünyada yolu yoktur bu resimlerle; ancak kendiniz bir balina seferine çıkarsanız, onun canlıyken biçimi üstüne aşağı yukarı bir fikir edinebilirsiniz. ama balina seferine çıkarken de deniz canavarının baskınına uğrayıp boğulmak tehlikesini göze almalıyız. onun için bu deniz canavarının biçimini merak edip, bu işin üstüne fazla düşmeyin, bana kalırsa."
not: bir resminin gerçeğe yakın bicimi kisminda kendini beğenen bir tavırla Melville (yaratıcı düşünce için iyi birşey) mobydick romanını kastediyor.
"Laponya’nın karlarında renkli gözlük takmayan inatçı yolcular gibi, biz zavallılar da, Tanrıya başkaldırıp, dünyayı saran bembeyaz koca kefene bakakalırsak, kör ederiz kendimizi. İşte bunların hepsinin bir simgesiydi o Albino Balina"
Çaresizlik içinde kıvranan ruhların ıstırabını anlatan eserde, yalnızca tek bir kalp duruncaya kadar konuşuyor sonra da eserin yazarı söz alıp hikayenin sonunu bizlere anlatıyor.
İnsan şu yüceltilen yarı Tanrı nedir ki? Tam da en çok muhtaç olduğu noktada kuvvetlerinin eksikliğini hissetmez mi? sevinç içerisinde yüzdügü yahut ızdıraba battığı zaman her iki halde de büsbütün sonsuzlukta kendini kaybetme ihtiyacıyla dolup taştığı bir anda, o soğuk ve hissiz şuuruna dönmek zorunda kalmıyor mu?
tabiatı marifeti ile kendini aşmaya zorlanan edebiyatın fantastik mecazlarından beslenen Hayal gücümüz kendimizin en altta olduğu birbiri üzerine bir dizi varlık tasavvur eder; Orada bizim dışımızdaki her şey daha harika görünür, bizden başka herkes daha mükemmeldir. bu durum pek tabii olarak vuku bulur bazı eksikliklerimiz olduğunu o kadar sık hissederiz ki kendimizde eksik olan başkasında varmış gibi gelir bize ve biz sahip olduklarımızın yanı sıra ona birazcık da ideal olan bir gönül huzuru affederiz Böylece o mutlu kişizade daha doğrusu bizim yarattığımız o Bahtiyar kişi Dört başı mamur hale gelir.
Buna karşılık eğer bütün zafiyet ve meşakkatlerimizle azimle çalışmaya devam edersek O zaman pek ağır yürüyüp akıntıya kürek çekmiş olsak bile başkalarının Yelken ve kürekle gittiğinden daha fazla yol aldığımızı tespit ederiz ve pek tabii insan ancak başkalarıyla aynı olduğu yahut Hatta onları geçtiği zaman benliği hakkında bu gerçek hisse sahip olur.
çünkü akıl sahibi olmayanlarda tercih yoktur, ama arzu ile tutku ortaktır.
Kendine egemen olmayan kişi tercihle değil, arzuyla davranır;
oysa kendine egemen olan kişi tersine, arzuyla değil, tercihle davranır.
Demek pazarlığa geliyorsunuz? Ama bu iş, pazarlığa gelmez? Bu masada biri de, bini de kazanan hep aynı şeylerin üzerinde ve sonuna kadar kaybetmek üzere oynar? Kazanç belki tesadüf olabilir, fakat kaybettiğimiz şey tam ve katîdir.
Oyuna girdiğiniz anda onu kaybettiniz demektir. Fazilet pazarlık götürür mesele değildir. Onun içindir ki eskiler insan tabiatını olduğu gibi kabul ederek söze başlarlardı.
St. Paul 'un basamaklarından bakıldığında şundan daha kesin Görünen bir şey yoktu ki her insan mucizevi bir biçimde ceket, etek, çizme, bir gelir ve bir amaca sahipti. yalnızca jacob elinde ludgate hill' den aldığı finlay'in Bizans İmparatorluğu kitabıyla diğerlerinden biraz farklı görünüyordu.