Şimdi iç içe geçmiş sorular neden bana Edip Cansever’in “yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı” dizesini çağrıştırdı ki?
İnsan, belki de hiçbir zaman olmadığı kadar bir gönül yorgunluğu yaşıyor.
Bir tuhaf zamane hastalığı.. Oysa ölümün olduğu bir dünyada, kim neyi, hangi güvenlik duygusuyla yaşayabilir ki? Bunu görmeye başladığında, dünya avuçlarından kaymaya başlıyor.
“Yaptıklarından değil, yapamadıklarından pişmanlık duymalı insan” (Cioran)
ama neden hep sonra?
Biz sanırım gözlerimizi içimize biraz geç çeviriyoruz..
“Nereden öğrendin burada olduğumu?” diye sordum.
“Kütüphaneden geliyordum. Arabanın izini görünce tanıdım.”
Bu karşılık benim için “seni seviyorum” demek kadar değerliydi. Demek düşünüyordu beni,
teker izlerini arayacak kadar aklındaydım.
Kendime geldiğimde, çevremdeki insanlara denizi ve tayfaları sordum.
Hiçbir şey anlamadılar.
Karların üstüne, bir çubukla denizin dalgalarını çizdim,
Bir de gemi.
Bilemediler.
Deniz nasıl anlatılır?
Çevremdekiler, yaşam boyu görmemişlerdi denizi..
Kafka bilseydi senin gibi bir yer var yeryüzünde
En korkunç kitabının konusu sen olurdun.
Tolstoy bilseydi seni,
Soyluluğundan bin beter utanırdı.
Ve kim bilir belki de yazarlığından.
Şimdi benim utandığım gibi.
Dostoyevski sürülseydi sana
Yer Üstünden Notlar’ı yazardı
Ya da Suç ve Suç’u.
Kentim Hak..