Bu zaman diliminde ben dediğim o şey. Bu beden hata yapmaya başladı. Korkunç ve tehlikeli tümörler besliyor. Onları yok edemiyor, ortadan kaldıramıyor. Yegâne amacını, hayatta kalmayı başaramıyor artık.
Hayır, bu cümleler unutulmayacak kadar güçlüydü. Onları unutmamıştım. İşin aslı, ilk başta zihnimin içine gerçekten girmelerine izin vermemiştim. İnkârımın gücü karşısında hayrete düştüm, kendi inkârımın. Şimdi Ellie'nin sözcüklerini tekrar okuyordum ama bu defa hem gözlerim hem de kalbim sonuna kadar açıktı.
Şu an yaşıyorum ve önemli olan bu.
Hayat geçici. Her zaman, herkes için.
Benim işim, ölene kadar yaşamak.
Benim işim, bedenimle barışmak, onu her şeyiyle sevmek. Böylelikle, temelim sabit olduğunda, elimi güçlü ve cömert bir biçimde uzatabilirim.
Acıma sözcüğüyle şöyle bir sorun yaşıyorum. Sanki karşımdaki kişinin benden 'farklı' ya da 'aşağı' olduğu izlenimini veriyor. Aç bir köpeğe veya yaralı bir kediye acırım. Ama Justine, sen bir 'öteki' değilsin. Sen benden farklı değilsin.
Rick konuşurken aklıma Buridan'ın eşeği geldi. Bu eski felsefi paradoksta, aynı ölçüde güzel kokan iki balya samanın arasında kalan bir eşek, hangisini seçeceğine karar veremediği için açlıktan ölür.
Rusça'da buna ostrannaya denir. Sanki gerçekten burada değilmişim gibi. Olan biten hiçbir şeyi tam olarak hissedemiyorum. Çevremden soyutlanmış durumdayım. Sanki burada duran, tüm bunları yaşayan ben değilim.
Alman filozof Kant aklıma geldi. Kant deneyimlediğimiz gerçekliğin doğasını, zihinlerimizin yapısının aktif olarak etkilediğini söyler. Derken elli yıllık terapistlik deneyimimde dinlediğim büyük sırları düşündüm ve anladım ki bir olmayı ne kadar istesek de aramızda her zaman bir mesafe kalıyor. Sonra senin kırmızı ile veya kahvenin tadı ile ilgili deneyiminin benim 'kırmızı' ve 'kahve' deneyimimle çok farklı olabileceğini ama bunu hiçbir zaman bilemeyeceğimizi düşündüm. Kahve. İşte bu...