Olayların baş kahramanı İbrahim Zübükoğlu. Tam bir dalavereci. Ama sadece onun dalavereci olmasıyla ilerlemiyor mevzular. Millet de bir o kadar dolandırılmaya müsait. (Bir yerden tanıdık gelen bir durum ama... neyse şimdi...) Tek tek diğer kahramanların ağzından anlatılıyor hikayeler. Çiftverenoğlu Hamza Bey, Allah'ın Kulu İsmail Efendi, Gedikli İhsan Efendi, Allah Selamet Versin Murtaza Bey, Aklı Evvel Bedir Hoca, Tüccardan Emin Efendi gibi karakterler konuşuyor, anlatıyor Zübük'ü. Hem Zübükzade'nin türlü oyunlarını anlatıyorlar hem tarafsızlar, kendi -amiyane tabirle- kerizliklerini, iki yüzlülüklerini açık ediyorlar. Her defasında oyuna gelip sonrasında ahlanıp vahlanıyorlar. Bir hışımla intikama gidip daha beter kul köle olup dönüyorlar. Hani nasıl desem şöyle açız, böyle pahalılık falan deyip de sandıkta yine... Neyse siyasi konuşmayalım.
Kitabın sonuna doğru Almanca öğretmeninin arkadaşına yazdığı mektupta bir an için acaba millet mi iftiracı tereddütüne düşülüyor ama sonunda öğretmen de alıyor Zübük'ten payını. Zübükler tek başına zübük olmuyor velhasıl, biraz da biz diyoruz gel başımıza zübüklük yap da geç içimizden diye. Filme uyarlanmış hali de varmış, başrolünde Kemal Sunal varmış. Ama ne hikmetse yayınlanmıyormuş hiçbir yerde. Nedendir acaba? Neyse...
Nasıl aldandığımı kimseye söylemedim. Aslında aldatmak isteyen bendim. Zübükler de işte bu duygumuzdan yararlanıp bizi kandırıyor. Daha doğrusu, biz önce kendimizi kandırıp onlar da bizi kandırsınlar diye zorluyoruz. Kendi içimizdeki zübüklükleri biriktirip, birleştirip zorlaya zorlaya zübük yaratıyoruz.
"Halk bilir, halk sezer..." sözünde, dikkat et, halkı bir küçümseme, hiçe sayma, sevmeme var. Yalan, bir büyük yalan içinde uyuşmuşuz. Halk hiçbişey bilmiyor, hiçbişey sezemiyor. Bilse, sezse, bunca yüzyıllardanberi aldatılır, kandırılır mıydı?
-Ben başka memurlara hiç benzemem. Bu vali beni de başkaları gibi bilir de haşlamaya kalkarsa, ben bu herifi çivilerim. İşte benim korkum bu.
Evet, korkunun çeşidi var. Kimi korkudan korkar, kimi yiğitliğinden...
Mert Hoca'nın kitaplarının çok başarılı olduğunu duyuyordum genelde. Ben de etrafımdaki çocuklara önermeden önce bir kendim okuyayım dedim. Gönül rahatlığıyla önerebilirim bu kitabı.
Rüya adlı bir kız çocuğu ağzından anlatılıyor kitap. Rüya'nın 50li yaşlarını süren emekli öğretmen, çılgın bir babaannesi var. Hayal gücü sınırsız bir babaanne. Hayalini kurduğu şeyin peşinden giden, heyecanını yitirdiği anda da tereddütsüz bırakıveren bir karakter. Bir akşam trenle dünya turu yapmaya karar veriyor aniden ve çıkıyor yola. Yola çıkarken de torununa bir ayva veriyor. Özel bir ayva olduğunu düşünen Rüya, bu ayvayı özel hale getirmenin yollarını arıyor.
Çocuklara hayal kurmayı, kurduğu hayalin peşinden koşmayı, neyi anlattığından ziyade nasıl anlattığının önemi olduğunu öğreten bir kitap. Çocukların da ilgisini çekecektir kesinlikle.
Yazarın adını sık sık duyduğum Benim Zürafam Uçabilir, Çantamdan Fil Çıktı, Uzaya Giden Tren gibi diğer kitaplarını da alıp kitaplığımda bulundurmayı ve çevremdeki çocuklara okumaları için vermeyi planlıyorum.
Allah'ım şükürler olsun bitti diyerek sonlandırdığım bir kitap oldu.
Yahu bildiğimiz Türk masalları malum. Keloğlanlar, devler, kocakarılar falan tamam. Ama neymiş bu Türk masalları yahu. İlerde çoluğa çocuğa okunabilecek bir kitap mı diye baktım ama yok, mümkünse ilerde çocuk Türk masallarından olabildiğince uzak tutulmalı. İçinde vahşet, ensest, yalan dolan, sahtekarlık ne ararsan var. İşin kötüsü şu ki ana karakterler türlü düzenbazlıklar yaparak kazanıyor işin sonunda. Yani öyle yalan söyleyen cezasını bulur temalı değil de gtü kurtarmak için her pştluk serbest gibi mesajları var masalların. (Böyle kitaba böyle inceleme olur ancak ne yapayım) Bu masallarla büyütülen ülkeden de böyle toplum oluşur dedirtti neredeyse.
Bir de öyle bir tekrara düşme var ki sıkıntıdan patladım okurken. "Al bu kılları başın sıkışırsa yak" "Git o dev anasının memesinden süt em ki seni yemesin" falan gibi abuk subuk çareler masalların neredeyse yüzde 90ında geçiyor. Tamam masaldan mantık beklemiyorum, fantastik durumlar illa ki olacak ama bu kadar da alakasız olayları çocuklar bile dinlemez. Yaratıcılık sıfır. Masal dediğin keşke benim de başıma gelse diye hayal kurdurup hayal dünyasını genişletmeli. Kısacası biz bildiğimiz klasik masallardan devam.
Türk MasallarıNaki Tezel · Bilge Kültür Sanat · 2008370 okunma
Bitirdim seriyi sonunda ve hayran kaldım. Filmi zaten beğenimi ifade etmeye bile gerek duymadığım bir film. Beğenmek dışında başka seçenek yok gibi geliyor bana. Kitap da harika. Bir kere kitap sonundaki eklere bakınca şuna karar verdim, Tolkien dahi. Ya da deli. Ya da dahi bir deli. Deli bir dahi. Bilmiyorum. Ama normal değil. Adam bambaşka
Bu aralar bir yüzüklerin efendisi kürüne girdim. Filmi izleyip peşine kitabını okuyorum. Bu kitapta en çok pippin ve merry'nin maceraları kısmı dikkatimi çekti. Orkların eline düşüşleri, oradan kaçışları, entlerle buluşmaları. Zaten nedendir bilinmez çoğu kişinin sıkıldığı entler kısmı en sevdiğim kısımdır filmde de. Ağaçsakal adamım. Bu kitap daha çok bir yolculuk macerası gibi aktarılmış uzun uzadıya. Merry ve pippin'in yolculuk maceraları, aragorn, legolas ve gimli'nin yol maceraları, savaş sonrası gandalf'ın da onlara katılmasıyla süren yolculuklarının merry ve pippin'e ulaşana kadarki zamanları ve en sonda da sam ile frodo'nun yolculukları. başlarda ikinci filmle daha paralel gidiyordu birincilere kıyasla. Ama kitabın ortalarında bir yerde savaş oldu bitti birden. İkinci filmin esas olayı kitabın başlarında bitiverdi gibi oldu. Sonrasında Sam ile frodo'nun hüküm dağına ulaşma çabaları anlatıldı uzun uzun. Gollumla buluşmaları, faramirle karşılaşmaları vs. En son shelob'un mağarasından sonra frodo'nun orkların eline düşmesi ile bitiyor kitap. Üçüncüye geçiyorum hevesle.