Endişelenecek ne vardı hayatta? Çok çalışıp "kan ter içinde kalmaya" değecek ne vardı? İnsan, gölgelerin içinde kaybolmaya mahkum bir sis bulutundan başka neydi ki?
"Sorunlu" biri olduğunu düşünmek, insana "acı" veriyordu; bir de insan, kişiliğinin sorunlu olmasının kendi hatası olmadığını, "belki de doğduğu ilk günden" beri bu hastalıklı yapı ile yaşadığını fark edince çok fazla acı duyuyordu.
Bizimki gibi kadın ve çocuk istilasına uğramış bir evde yaşıyorsanız bazen kaçıp bekâr bir ortama, kitaplı-pipolu-şömineli bir atmosfere girmek iyi geliyor.
Evlenince bazı kadınların birdenbire darmadağın olmaları ne kadar dehşet verici. Sanki her şeylerini evliliğe bağlamışlar gibi, nikahı yapar yapmaz tohumlarını döken bir çiçek misali soluyorlar.
Ordudan ayrıldığımızda bizi bekleyen bir işin olacağı ve oradan en az orduda kazandığımız kadar kazanacağımız fikri başından beri bir şekilde aklımıza sokulmuştu; ve bu, subaylar dahil her rütbe için geçerliydi. Tabii böyle fikirler tedavülden kalkarsa hiçbir savaşın yürümeyeceğini söylemek gereksiz.