"Senin hayatında varlığımla yokluğum arasında bir fark var mı emin olamıyorum ve inan bana bu çok kötü bir his."
"Ne demek istiyorsun Firuzan?" diye karşılık verdim.
"Çözdükçe dolanan bir düğüm gibisin, kendi içinde karmakarışık. Acılardan, kaygılardan bir hırka yapmış sırtına geçirmişsin, bir türlü çıkarmıyorsun. Ben hep senin gözlerinin içine bakıyorum, farkında mısın? Oysa sen sürekli tek kişilik hikâyelerle sürdürüyorsun hayatını, bunun benim için ne kadar kırıcı olduğunu bile göremiyorsun. Üstelik gel benim yaralarımı gör demiyorum sana, içindeki yaraları bana da göster, birlikte bakalım diyorum. Bunu bile yapmıyorsun. Bu kadar yakınındayken, bu kadar uzak olmanın beni kırdığının farkında değilsin, çünkü hep kendine bakıyorsun. Seni tanımasam bencilin biri olduğunu söyleyeceğim. Dilim varmıyor, böyle biri olmadığını biliyorum. Bir kere benim tarafımdan bakmayı dene, uçurumun kenarında duruyorum. Senin yalnızlığının kıyısında. Beni yanına almıyorsun, benim yanıma da gelmiyorsun. Çok sevdiğin bir ayakkabının ayaklarını vurması gibi, bir gün açılacak ve artık acıtmayacak diyorsun, her seferinde yara bere içinde eve dönüyorsun."
Yokluğunun hemen ardından yolunu gözlerken bir yandan günleri saymaya başlamıştım, ama zaman uzayınca saymayı bıraktım, günlerle birlikte kimsesizliğim, umutsuzluğum ve pişmanlığım çoğaldı, şimdi onu görmeyeli ne kadar oldu hatırlayamıyorum bile.