Sezgiyle bağlantıyı güçlendirmenin bir başka yolu, kimsenin canlı enerjilerinizi, yani kanılarınızı, düşüncelerinizi, fikirlerinizi, ahlaki değerlerinizi, ideallerinizi bastırmanıza izin vermemektir.
Görüleceği üzere hemen tümü aynı yıllarda (1918'ler) faaliyet gösteren bir kadın dernekleri enflasyonu'ndan söz edilebilir. Ancak bunca dernek Türk-Osmanlı kadınının iktisadi-siyasal bağımsızlığına kavuşması için ne yapmıştır? Burası pek tartışmalı. Öyle ki daha sonraları 1923 yılında dahi kadının toplumsal yaşamında hayati önem taşıyan bir kararname, Aile Hukuku Kararnamesi TBMM'ne geldiğinde kadınlar durumun farkına dahi varamamışlardı. Neden sonra Türk ocağında apar topar bir toplantı yapıldı, kadınlar böylelikle Kararnameyi desteklemiş oldular!
Kadın olarak doğmak, erkeklerin mülkiyetinde olan özel, çevrelenmiş bir yerde doğmak demektir. Kadınların toplumsal kişilikleri, böylesine sınırlı, böylesine koşullandırılmış bir yerde yaşayabilme ustalıklarından dolayı gelişmiştir. Ne var ki bu, kadının öz varlığının ikiye bölünmesi pahasına olmuştur. Kadın hiç durmadan kendisini seyretmek zorundadır. Hemen hemen her zaman kendi imgesiyle birlikte dolaşır. Bir odada yürürken ya da babasının ölüsünün başucunda ağlarken bile ister istemez kendisini yürürken ya da ağlarken görür. Çocukluğunun ilk yıllarından başlayarak hep kendi kendisini gözlemesi, bunun gerekli olduğu öğretilmiştir ona.
Çıplak kadın resmi yapılıyordu çünkü çıplak kadına bakmaktan zevk duyuluyordu; kadının eline bir ayna veriliyordu ve resme "kendine hayranlık" deniyordu. Böylece çıplaklığı zevk için resme geçirilen kadın ahlak açısından suçlanıyordu.
Avrupa nü sanatında ressamlar ve seyirci-sahipler erkekti, nesne olarak işlenen kişilerse çoğunlukla kadın. Bu ters ilişki ekinimize öylesine sinmiştir ki bugün bile sayısız kadının bilincine biçim vermektedir. Kadınlar kendilerine karşı, erkeklerin onlara karşı davrandığı bicimde davranmaktadırlar. Kadınlar da, erkeklerin onların karşılarında yaptıklarını yapıp kendi dişiliklerini seyretmektedirler.