Kendinizi hoş tutarsanız öbür hoş tutucular da sizi seveceklerdir, zarar verirseniz bir komşunuza öbür komşular gülecektir, ama kendi ruhunuza eziyet ederseniz bütün öbür ruhlar
çığlığı basacaktır.
O çağlarda Batı havasızlıktan boğuluyordu: «tatlı
yaşam» dedikleri şeydi bu. Gözle görülebilir düşman bulamadığından, kendi gölgesinden korkmakla gönlünü
avutuyordu kentsoylu sınıf, can sıkıntısını, güdümlü bir
tedirginlikle değiş tokuş ediyordu. Ruh çağırmacılıktan,
medyumun vücudundan çıkan uçucu maddeden söz ediliyordu;
bu yiğit adamın başının üstünde yalnız gök
vardı; neden o başı Çar'ın önünde eğiyordu, oysa Çar'a
düşerdi onun ayaklarını öpmek? Ama, eğer göklerden
yere inmezsek, nereden bulabilirdik yaşama hakkını?
Biz, geçmiş yüzyıllardan kötü davranışlarıyla ayrılacak
bir yüzyıla gözü kapalı giriyorduk ve bu yeni, soylu ol-
mayan sanat barbarlığımızı canlandırıyordu.
bayılmalarımdan, kayıtsızlıklarımdan, şu çok okşanmış,
aşırı bakımdan geçmiş bedenimden nefret ediyordum;
karşıtlık içinde keşfettim kendimi, gurura ve sadizme,
yani başka bir deyişle yücegönüllülüğe kapıldım