Ben çoktaan söyledim bunu, anlamadınız
Bir gün olur dedim, büyük bu dalga
Toprakta, ıssız dağ yollarında, güneşli kırlarda
Gaz lambasıyla aydınlanan mağaralarda
Yağmurda eriyen kerpiç, ot evlerde
Sevginin olduğu her yerde konuşulur bu dedim.
O çiyli sabahları düşünün, işte puslu dağlar
Aşağlardan bir şeyler… bir ırmak ağır akar
(ama durmadan, ama açar kendine yol, durmadan)
Çok var daha böyle ırmaklar yurdumda
Güneşin altın ışıklarıyla aydınlanan
Gölgesi kendinden büyük çınar ağaçları çok var
Ben koşarken yorulan atları sevmem
(Bu topraklarda öyle atlar yoktur çoktaaan söyledim)
Ürken kuşları sevmem, tavşanları…
Gün ışırken yola düşen göçleri severim daha çok,
Çünkü göçmek yeniyedir, çünkü bir yerlere...
Çünkü “ağır ağır giden eller bizimdir.”
Belki de şimdi
Alfebeyi bile bilmeyen bir çocuk
Kuş avlıyordur kuş gibi
Ayakları yalın elleri çatlak
Yaz bir şey demez ona
Kışın söylediği ise kar türküsüdür
Onun tırmandığı ağaca
Kimse tırmanamaz düşmeden
Bütün bitkileri bilir
Orman hayvanlarını evcilleri
Gün doğmadan işe gidilir
O da gider
Büyüyünce önüne çıkan
Sarp kayalarda geyiklerdir
Döner akşama avdan
Sevindirir çocuklarını
Şunca yıla karşı
Çok yaşasın cumhuriyet
Bir avuç göz yaşı
Avutsun isteyeni
Yine bir söylentiye göre, mağarada bir giysi varmış, büyülü bir giysiymiş bu. Eline alsan, parça parça olur, yırtılır yere düşer, toplayıp yerine koydun mu, kendiliğinden eski durumuna gelirmiş. Mağaranın ağzında da bir demir kapı olduğu söylenir. Gün gelecek, yiğit biri açacakmış o kapıyı. Ama, kapının ardında keskin iki kılıç varmış ki, hiç durmadan birbirine sürtünüp dururlarmış. O yiğit bu kılıçlara başını vermeden geçerse, mağarada saklı her şey onun olacakmış.
Sayfa 71 - Arkadaş Yayınevi, Ankara, 1993Kitabı okudu