“Her şeye karşın, bunun cinsellikle ilgisi yok.“
Bu sözler beni güldürdü, oysa bu cümlede eti cinsellikten boş yere ayırma çabasını anlamıştım. Galiba sıfırı tüketen insanlar aşık oldukları zaman hep böyle olur. Çok önce anlamam gereken şeyi ancak o zaman anlamıştım: dostluğumuz öylesine olgunlaşmıştı ki, bir anlamda birbirimizin ortak sahipleri olma noktasına gelmiştik.
Bir şiirinde "Neden sen yaratmadın budünyayı?" diye sitem ediyordu Ahmet Hamdi. Budizeleri okuduğumda aklıma ilk gelen kişi Berger olmuştu. Yazılarında o naif kişiliğini belli eden Berger'i sadece bir sanat eleştirmeni olarak ele almak kendisine karşı büyük bir haksızlık olacaktır. En başından beri siyasi duruşunu gizlemeyen, ve bu
Nabokov deneyler yaparak okullarının kışkırtmakla, şaşırtmakla, onların kafasını karıştırmakla meşgulken, Soljenitsin 20. yüzyıl Rusya’sının Savaş ve Barış’ını yazmayı hayal ediyordu. Kendisinin de kabul ettiği üzere, özünde gelenekçi bir yazardı.
Nominalizm, bireyi kişisel duyum ve deneyimleriyle baş başa bıraktığı için, dikkat tek tek nesneler üzerine odaklanır ve bilinç fiziksel dünyaya yönelmeye başlar. Gerçeğin kaynağı artık kitaplarda değil, iç ve dış deneydedir. Deney bilginin temeli olunca kişiler doğayı ve insanı gözlemlemeye başlar ve böylece Rönesans’ın ilk tohumu atılır.
“Eğer biz yalnızca gören varlıklar olsaydık, fiziksel dünyanın estetik yapısını tanıyamazdık. Yer çekiminin ve gücünün doğasını insana öğreten bedene sahip olduğumuz için formları ayırt edebilecek deneyimleri bir araya getirebiliyoruz.”