Düşler kuruyoruz yeniden gelecek üzerine
Kaldırıp kirpiklerimizi ayak uçlarımızdan
Dağlara bakıyoruz, ufuklara, bulutlara
Ah, o insan yüreğinin değişmeyen tutkusu
|Şükrü Erbaş 🌿
Geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman
Benim şiir kitaplarından sızan aydınlık
Elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman
Panjurların çarpıldığı lodos geceleri
Rüzgarın değil benim, pencerendeki ıslık
Akşam koridordaki ayak sesleri
Yanlış çaldığını zannettiğin telefon
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
Hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son
Gece ağaçlarına yağmur çiseliyorum
Cam tozu, su beyazı
Yalnızlığını mutlaka değiştireceğim
Bie yaprak halinde süzülüp saçlarına
Eski teşrinlerden, kederli kırmızı
Akşam koridordaki ayak sesleri
Yanlış çaldığını zannettiğin telefon
Zeynep beni bekle mutlaka geleceğim
Hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son…
Ayak parmaklarım arasında tuttuğum bir parça kırık tebeşirle yere çizdiğim o bir harf, benim için bir dünyaya giden yol, zihinsel özgürlüğümün anahtarıydı.
Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü bu, ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda; gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir âlemin munis, sevimli ve her biri sihir ve fûsunla yoğrulmuş mahlûkları ile dolmağa başlar.
Her şey her şeyin izinde ya da kaybında. Bir iz süreyim, bir yer tayin edeyim, bir bileyim, bir kere olsun bileyim istiyorum, kimse yokken arıyorum, bakıyorum, bir rabıta, bir ayak sesi, kendi hayatıma ait bir iz, bulamıyorum.
Hayat sebepsiz bir Haticedir bilemezsiniz
Az önce bir cümle geçti ki gözümün önünden
Siz göremediniz
Sigaradan daha zararlı bir şeyi soruyordu
Gayesi iyilik olmayan bir zatı muhterem
Hatice yazılabilirdi oysa cevaba
Hatice en çok oraya cevaptır çünkü
Hatice'nin çünkü varlığı dert ambarı
Yokluğu düşman başına Hatice'nin
Ben bu
Devletler arası ilişkiler, değişkendir ve sadece zamanın şartlarına ayak uydururlar. Kabalaşmak, sadece bilimsel hatalara sebebiyet vermez, aynı zamanda bütünüyle saçmalık ve aptallık sayılan şovenizme ve ırkçılığa götürür.
Bırak ayak basılmamış yerler görsün yüzün
Dehlizlerine kadar inelim özümüzün
Al aşağı edelim yeryüzünü
Dökülsün milletin ceplerinden yüzsüzlüğü
Yağsın yalanları hüzün hüzün
Öyle bir günde bulalım özgürlüğümüzü
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa karışan noktasında
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık,
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
Bu gece yarısında iki kişi uyanık:
Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku
Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım?
Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla başbaşa kalmak saatini dört gözle beklerim.
Beni incitmeyin çünkü ben yaşamaya mecburum
Çünkü ben çareyi ne bir şarap kadehinde
Ne de bir ilaç kutusunda bulabilirim
Çünkü ben insanların anılarında zamanı geldiğinde unutulacak bir yaraya dönüşmek istemem
Ben yaşamaya mecburum çünkü
Sırtımda koca bir yük var ben varım yani
Yaşamaya mecburum yani
bir sevgi var beni ayakta tutan benimde ayak tutmam gereken
Bir neşe var çünkü içimde gülümsemek isterim hep yaşamam gerek
Beni incitmeyin diyorum ruhum hassas benim diyorum
Yani diyorumki beni incitmeyin sığınacak limanım yok yani
ne bir çatı katım var
ne de ruhumu dinlendirecek bir limanım işte
ama yaşama ya da öyle mecburum