...Âh ayrılık!
Her ölüm kadar âni, her cellat kadar câni...
Ellere yapışıp kaldı saadet-i cavidani.
Şimdi ağlarken aşığın
görünmemeli giryesi.
Girye ki gözlerimizin yegâne hilyesi.
Uyku eski bir dost olur,
şeytan her zamanki düşman!
O tılsımlı rüyalar kayıp...
Yağmur yeri yıkarken, dualar göğü yıkayıp
dönüşür her nesne yalancı birer aynaya.
Bakışlar hücum eder paklanmış yıldıza, aya.
Bağışla Mahbube!
Unutmaksa bu hayalin bedeli,
-ister ahmak desinler ister deli!-
Bağışla! Unutmam seni...
Bu saatlerde başlar amansız yüzleşmeler,
birazdan başlar ve biter
ölüm çehrelere seyahat...
Yaşıtlarım Mahbube, uyuyor ve rahat.
Yaralı kurtlar çıkar, acı acı ulur.
Tehlikeli saatlerin koynunda
uyku eski bir dost olur.
Karanlık adamlar değiliz.
Bu saatlerde dikilir gönlümüze
mâsum, yaşamayı hak eden bir filiz
ve sökülür toprağından ilk ışıkla beraber.
Karanlığın adamlarıyız Mahbube,
geceye düşkünlüğüm bu yüzden.
Bu yüzden dolunaya tutkunluğum,
şiire sığınmam...
Sükûnete iştirakim bu yüzden!
Bu saatler tehlikeli saatler
Mahbube, sen uyu.
Varlığın bin baharı çağırır,
yokluğun kovalar binbir kuşkuyu...
Bu saatler tehlikeli saatler;
yaşamak için mânâ aranırken,
ölmek için sebepler bulunan saatler...
Karanlık adamlar değiliz,
karanlığın adamlarıyız!
Vakit gece, daha bir mânâlı nağmeler.
Yıldızlar daha bir parlak,
içimizde büyüyen vâveyla daha bir gür.
Geceleri kopan fırtına kim bilir
kaç umudu süpürür.
Vakit gece, dem uzun; fakat
her bahara duyulan hasret
biraz mahzun, biraz içli, biraz sakat...
Bu saatler tehlikeli saatler
Mahbube, sen uyu.
Saçların hengâmeli bir tuzak,
gözlerin dipsiz kuyu...
Vakit gece, daha bir mânâlı nağmeler.
Yaşım yirmi altı.
Sana kırk senedir aşığım.
Hayat kadar berrak,
ölüm kadar karmaşığım.
Yüreğim kirli bir gökyüzü,
sense dolunay..
Ruhumu esir alan sarmaşığım!
Titreşirken kalplerimiz Ankara soğuğunda
nice umut yeşerir gecenin soluğunda.
Biz o bankta oturmuşuz
Kalu Belâ'dan beri.
Kaç bar görmüşüz kim bilir
kaç zemheri...
İlk kez ayın hâlesine sırnaşığım;
yaşım yirmi altı.
Sana kırk senedir aşığım.