İnsanın bütün davranış, hal ve hareketleri, iç aleminin aynasıdır.
Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağı gibi, gönül alemi berrak olmayan bir bedbahttan da güzel bir davranış beklemek beyhudedir.
Niyetleri karanlık olanların, yolları aydınlık olmaz. Her küp içindekini sızdırır.
Ayın karanlık geceden kaçmaması, sabretmesi, onu nurlandırır, aydınlatır.
Gülün, dikenin arkadaşlığına katlanması, sabretmesi de, ona çok güzel bir koku, latif bir renk verir.
O kadar çok ibadet eder, namazda o derece uzun kalırdı ki, görenler namazı hiç bitmeyecek sanırdı. Mesela yatsı namazına çeyrek dakika kalıncaya kadar evvabin kılardı.
Böyleyken her namazdan sonra:
"-Ya Rabbi! Sana layık bir rekat namaz kılamadım, beceremedim." diye gözyaşı dökerdi.
Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Adem'in yaratıldığı çamur 40 sene kendi haline bırakıldı. Kalıp olarak pişti. Üzerine 39 sene hüzün yağmuru, bir sene de sürur yağmuru yağdı. Bunun için Ademoğlu'nun hüznü sürûrundan daha çoktur.
Hikmet ehli demişlerdir ki:
"- İşte dünya! Şayet bir gün güldürecek olsa günlerce ağlatır."
Yeşil kubbeyi son kez restore ettiren kişi de Sultan II Mahmud'dur. İstanbul'dan projeyi yönetecek yetkililer gelir ama kubbe inşaatında kararsızdırlar. Onları tereddüde sevk eden şey, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek huzurlarında nasıl bir edep takınmaları gerektiği hususudur. Sonunda bir karar alınır ve kubbe inşaatında bulunurken hiç dünya kelamı konuşmazlar. Yani biri diğerinden tuğla isterken "Bismillah" diyecektir, öbürü berikinden çekiç isterken "La ilahe illallah" diyecektir. İşte bu harikulade güzel kubbe, ecdadımızın bu hassas anlayışıyla inşa edilmiştir.
"Şunu sen de, bizden sonra gelecek olan torunlarımız da bilsinler ki; ölmesini bilmeyen milletler, başları eğik yaşamaya mahkumdurlar!
İşte Malazgirt'in sırlarından biri daha...
Burada Sultanından erine kadar bir millet ayağa kalkmış ve 'biz ölmeye hazırız' demişlerdi."