İnsanlar ikiye ayrılırlar: Tembeller ve çalışkanlar. Sonra tembeller kendi içinde ikiye ayrılmazlar, aslında ayrılmak isterler de tembelliklerinden ayrılamazlar. Derken meydan boş kalır ve çalışkanlar tekrar kendi içinde ikiye ayrılırlar: Aşkla çalışanlar ve diğerleri.
Hatta bazı müfessirler o kadar ciddiye
alınmış ki kullandıkları yazım dili
aynen muhafaza edilmiş ve
anlaşılmaları zorlaştırılmıştır. Yani;
kutsal kitaplar değişik dillere
çevrilmesine rağmen, ilgili din
adamlarının yazdıkları 'anlamı
bozulur' diye uydurulan komik bir
gerekçeyle çevrilmemiştir.
“Demek ki sadece az uyumak da bir marifet değildi. Uykunu kaçıran o şey de çok önemliydi;ama daha mühim bir şey vardı: Yaptığın iş ne olursa olsun, mutlaka büyük düşünecektin.”
“Eğer gideceğin yerin bir sınırı varsa… Eğer yapacaklarının bir sınırı varsa… Eğer bir gün mutlaka bir sonla önün kesiliyorsa… Sen ömrün boyunca daima bir fanusun içindesin demektir. Bu durumda rahatlıkla ‘insan bir fanusun içinde hep bir fazlası için yaşar’ diyebiliriz. Zindanda ya da zirvede olması hiç farklı değil yani. O halde nerede olursa olsun, nasıl olursa olsun, daima yapabileceğinin en iyisini yapmalı insan.”
Garip; Hallac-ı Mansur'dan esinlenen bir insana "peygamber gibi adamsın!" desen, muhtemelen haşa der.
Aynı adama "sen küçük Allahsın" desen, hiç utanmadan "hepimiz öyleyiz" diyebilir
İnsan iki duygudan biriyle yoğun olarak karşılaştığında, ta ki o yoğunluk bitinceye kadar Mariana Çukuru' nun en derinine gömer uykusunu. Bunlardan birisi 'Ölüm Korkusu 'dur, diğeri de 'Aşk!'
“Hatırlarsın, sen küçükken etrafındakiler seni ‘sen’ diye seviyorlardı ve buna hiç kızmıyordun o zamanlar sen. Peki ne oldu, çoğaldın mı şimdi ya da biz mi azaldık sen büyüyünce? Yoksa şimdikiler seni annenden babandan ya da amcandan daha mı çoğul seviyorlar?”