Bugün, sabahki işimin iptal olması hasebiyle Haliç tarafından Fatih’e doğru bir gezintiye çıktım. İstanbul bugün bir başka güzeldi, hele Fatih pür-nûr idi her bakımdan. Madem o bölgeyi turlayacağım bâri ecdâd-ı izâmın kabirlerini de ziyaret edeyim düşüncesiyle Fatih Sultan Mehmet Han, Mehmed Âkif Ersoy ve Süleyman Nazif’in kabirlerine uğradım. Allah hepsine gani gani rahmet etsin, mekânları cennet olsun. Bir de, Fatih’te, Büyüyenay Yayınlarından –farklı disiplinlerden müteşekkil– birkaç nâdide kitap aldım. Yolu düşenlerin mutlaka uğramasını tavsiye ederim, neşriyat konusunda epey itinalı kendileri.
"Şunu iyi belleyin! Bir Müslüman, düşmana karşı verdiği cenk içre vurulup düşmekle zahiren yenilmiş görünebilir; değişmez hakikat ise șehadetinin nuruyla ebedi zaferini taçlandırdığıdır.."
Reklam
Genel olarak göçmenliği bırakan Türkler arasında, hanedanın ve dinselliğin getirdiği kimlik, etnik kimliği bastırdı. Her şeye rağmen saray ortamında da ataların Orta Asya'ya dayanan göçebe kökenleri bütünüyle unutulmadı: 1453'te Konstantinopolis'i fetheden Fatih Sultan Mehmed döneminde bile –Türk diliyle kesinlikle uyumlu olmayan– Arap alfabesinin yanı sıra bugün Çin devletinin hor görülen bir azınlığı durumunda olan, oysa 9 ve 10. yüzyıllar arasında bozkırların en açık, eğitimli ve ilginç imparatorluklarından birinin yaratıcısı olan Uygurların alfabesi kullanılıyordu Osmanlı padişahları sayısız unvanları arasında "han"ı asla ihmal etmedikleri gibi daha eskiden "tug" olarak bilinen tuğ, yani ucuna at kuyruğu bağlanmış ve tepesine altın yaldızlı top geçirilmiş mızrak da iktidarın ve sorumluluğun simgesi olarak kaldı: Kuyrukların sayısıyla güç doğru orantılıydı.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
Adalet, mülkün temelidir.
Fatih Sultan Mehmed Han devrinde memleketin her tarafında, her karış toprağında adâlet, hak ve hukuk häkim durumda idi. Kanun önünde bütün insanlar eşitti. Sanki: "Adâlet, mülkün temelidir..." ifadesi, onun için vârid olmuştu. Zengin ile fakir, sultan ile köylü aynı hakka sahipti. Gayr-i müslimlerin haklarına ise, onları vediatullah, yani devlete Allah tarafından emânet edilmiş, korunmaya muhtaç kimseler olarak kabul olunduklarından, daha çok riayet edilirdi. Bu yüzden gayr-i müslimleri hiç kimse incitmezdi. Osmanlı'nın bu adâletini gören hristiyanlar, onlara âdeta hayran oldular. Bilhassa Rumeli'deki fütûhâtın sür'atle genişlemesinde bu dillere destan Osmanlı adaleti pek müessir olmuştur. O derecede ki, İstanbul muhasara altında iken Papalıktan yardım istenmesi teklifine karşı, o devrin asillerinden Notaras'ın şöyle demiş olduğu tarihte pek meşhurdur: "-İstanbul'da kardinal şapkası görmektense, Türkler'in sarığını görmeyi tercih ederim!.." İşte bu yüce adâlet anlayışı ve tatbikatı sebebiyle birçok rahibe, müslüman olup Osmanlı kadınları gibi tesettüre büründü. Zulüm içinde yaşayan hristiyan halk, henüz fethedilmemiş yerlerde bir an önce huzur ve adâlete kavuşmanın hasretiyle Osmanlılar lehine casusluk bile yaptılar.
Sayfa 131 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
Osmanlı'da "Kardeş ve evlat katli"
Fatih Sultan Mehmed Han, devletin daha evvel içine düştüğü birtakım tehlike ve hataları değerlendirip «Fâtih Kânunnâmeleri» denilen ka- nunnâmeleri hazırladı. Lakin sanılmamalıdır ki bunlar, onun veya o devirdeki ricâlin şahsî düşüncelerini aksettirir. Asla!.. Devlet idaresine dair pek çok kâide ihtiva eden bu kanunnâmelerde günümüze kadar
Sayfa 124 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
Fatih Sultan Mehmed Han
Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine sefere çıkmıştı. Şehre arka dan ulaşmak için dağlık ve ormanlık bir araziden geçiliyordu. Bazen baltacılar, önden yol açıyorlardı. Yolun müsait olmadığı bir yerde Fâtih'in atı kaydı. Fâtih, bir kayaya tutunmak için uğraşırken elleri kanadı. Bu hali müşahede eden beraberindeki Uzun Hasan'ın anası Sārā Hatun, tam fırsatı olduğunu düşünerek "-Oğul! Han oğlu hansın! Bir yüce hükümdarsın! Trabzon gibi küçük bir kale için bunca meşakkate katlanman revâ mıdır?" dedi. Çünkü Uzun Hasan, Trabzon Rum İmparatorluğu ile akrabalık tesis etmiş ve bu yüzden anasını, bu seferden vazgeçmesi için Fâtih'e ricacı göndermişti. Fâtih, ellerı sıyrıklarla dolu olduğu halde doğruldu ve şöyle dedi: "-Ey ihtiyar ana! Bilmez misin ki, elimizde tuttuğumuz din-i İslam'ın kılıcıdır. Sen zanneyleme ki, çektiğimiz bunca zahmetler, kuru bir toprak parçası içindir. Bilesin ki, bütun gayretlerimiz Allah'ın dinine hizmettir. İnsanları hidâyete kavuşturmaktır. Yarın Allah'ın huzūruna vardıkda, yüzümüz kara olmasın diyedir. Eli mizde İslam'ı tebliğ ve ta'zîz imkânları varken, birtakım zahmetlere katlanmayıp ten rahatlığını tercih edersek, bize gâzı denilmesi revâ olur mu? Ehl-i kufre İslâm'ı götürmezsek, onların azgınlıklarına mânî olmazsak, huzûr-i ilâhîye hangi yüzle çıkarız?!" Subhânallah
Sayfa 121 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
Reklam
II.Murad devrinde Batı tehdidinin Varna ve Kosava zaferleriyle kırılmış olması, fethi yakın bir imkân haline getirmişti. Fakat Sultan Mehmed, Osmanlı Deveti'nin bu hayati davasını kendi şahsında ve kendi geleceği için hissetmiş son Osmanlı Hükümdarıdır. O düğümü kılıçla kesmeyi deneyecektir.
Sayfa 158
Fatih Sultan Mehmet Han
2. Murad Han, oğlu Fâtih'in doğumu yaklaşınca sabaha kadar uyumamış, gece boyunca Kur'ân-ı Kerîm okumuş ve doğacak çocuğun müjdesini beklemişti. Tam Sûre-i Feth i okuyordu ki, beklediği müjde geldi: --Sultanım! Müjdeler olsun, bir oğlunuz oldu." dediler. Sultan Murad Han, gayr-i ihtiyârî bir şekilde: "-Elhamdülillah, ravza-i Murad'da bir gül-i Muhammedî açtı." dedi Adını Mehmed koydu ve: "-Bu şehzade Mehmed'in kudûmü şânına, âleme gülâb-ı meserret saçılsın!" diye fermân eyledi.
Sayfa 87 - Erkam yayınlarıKitabı okuyor
Yalnızca o müphem esaret günlerinin tortusu muydu zihnini örten, yoksa girdiği onca çatışma içinde başına aldığı sert bir darbe miydi her şeyin sorumlusu? Geçmişi en uzak tarihten itibaren usulca eriyordu avuçlarında. Birkaç on yılı canlandırabiliyordu zihninde gerçi ama ötesi kalın bir pus tabakasının gerisindeydi.
...İç içe geçen yalnızca örselenmiş gövdeleri değil, kaderleriydi aynı zamanda.
Reklam
İSTANBUL'UN MERKEZ SEMTLERİ DİYEBİLECEĞİMİZ Süleymaniye, Vefa, yanı başındaki Vezneciler, Zeyrek, Fatih ve Fatih Çarşambası ulema semtleri diye adlandırılabilir. Sebebi de şudur: Fatih Sultan Mehmed Han, Fatih Camii çevresindeki Sahn-ı Seman'ı Avrupa dillerinde auditorium anlamındaki en yüksek tahsil kurumunu meydana getirmiştir.
Fatih Sultan Mehmed Hanın Ordusunda Görev Alan Bir Yiğit .
🇹🇷🇸🇦🇸🇦🇸🇦🇹🇷🇸🇦🇸🇦🇸🇦🇹🇷 Uubatlı Hasan, Bursa Karacabey'deki Ulubat gölünün kuzeybatı kıyısının yakınında bulunan Ulubat köyünde dünyaya gelmiştir. Ulubat köyünde bir yiğit olarak tanınan Hasan, İstanbul’un fethinin sembol ismi haline gelmiş ve gönüllere taht kurmuştur.   1453 senesinde Osmanlı Devleti’nin başındaki isim Fatih Sultan Mehmed Han,
Arpacılar Camii
Fatih Sultan Mehmed Han ve ordusu tarafından fetholunan İstanbul’un bazı mahalleri, fethe katılan komutanlara, ilim ve tasavvuf erbabına tahsis olunmuştu. Böylelikle, muhitlerinde vakıflar inşa edip bulundukları mahallin, kısa zamanda İslâmî havaya bürünmesini sağlamak istemişlerdi. Nitekim fethe iştirak eden ilim ordusundan Sultan Fatih’in hocası Hoca Hayreddin Efendi’ye, Fatih Kazancılar mevkiinde tahsis olunan yere Üç Mihraplı Cami bina edilmiş, İslâmî terbiye verilmeye başlanmış; İstanbul’a göç ettirilen Müslüman Türkler, burada kısa zamanda İslâm mahallesi kurmuşlardı.
Yedikıta Dergisi - Sayı 188 (Nisan 2024)
Yedikıta Dergisi - Sayı 188 (Nisan 2024)
Fâtih Sultan Mehmed, Trabzon seferinde dağlara yaya olarak tırmanırken kendisine bu zahmetlere neden katlandığı sorulduğunda şöyle ifade etmiştir: “Bu zahmetler darabuzun çün değüldür, bu zahmetler Din-i İslam yolundadır.”
Sayfa 480
"GÖNÜL EYVAH GÖNÜL VAH GÖNÜL EYVAH GÖNÜL" Fatih Sultan Mehmed Han
Resim