Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Stefan Zweig'in anlatımıyla Michel de Montaigne biyografisi
Montaigne’in yapıtının bütünü içinde yalnızca tek bir formüle ve tek bir katı sava rastladım: “Dünyanın en önemli şeyi, insanın kendi kendisi olmayı bilmesidir.” İnsanı soylu kılan, makam, kanın ayrıcalığı, yeteneği değil, kişiliğini korumayı ve kendine özgü biçimde yaşamayı başarma ölçüsüdür. Bu nedenle Montaigne’e göre sanatların en yüce olanı, kendini ayakta tutabilme sanatıdır: “Özgür sanatlar arasında işe, bizi özgür kılan sanatla başlayalım,” bu sanatı kimse, Montaigne’den daha iyi uygulamamıştır. İlk bakışta bu, önemsiz bir istem gibi gözükmektedir; çünkü insanın “kendi olarak kalması”, yaşamı “kendi doğal yapısı doğrultusunda” sürdürme eğiliminden daha doğal bir şey yok gibidir. Gerçekte, daha yakından bakıldığındaysa sormak gerekir: Bundan daha güç bir şey var mıdır? Özgür olabilmesi için insanın borçlu ve birtakım bağlantılar içinde olmaması gerekir; oysa hepimizin devletle, toplumla, aileyle aramızda bağlar bulunmaktadır: Düşünceler, konuştuğumuz dilin egemenliği altındadır; mutlak anlamda özgür insan düşüncesi, bir hayalden başka bir şey değildir. Boşlukta yaşamak olanaksızdır. Hepimiz bilincine vararak ya da varmaksızın, aldığımız eğitim sonucu ahlakın, dinin, dünya görüşlerinin kölelerine dönüşürüz; soluduğumuz, zamanın havasıdır. Kendini bütün bunlardan koparabilmek olanaksızdır. Bunu, kendi yaşamında devlete, aileye, topluma karşı görevlerini yerine getirmiş, dine en azından görünüşte sadık kalmış, davranış kurallarının dışına çıkmamış olan Montaigne de bilir. Onun kendisi açısından aradığı tek şey, sınırı bulabilmektir. Montaigne’e göre kendimizi ödünç verebiliriz; yapmamamız gerekense, kendimizi adamamızdır. “Ruhumuzun özgürlüğünü kendimiz için ayırmamız ve aksini yapmayı açıkça doğru gördüğümüz ender durumların dışında, ödünç vermememiz gerekir.” Dünyadan uzaklaşmamız, bir hücreye kapanmamız şart değildir. Yapmamız gereken, bir ayrımı göz önünde tutmaktır: “Şunu ya da bunu sevebiliriz; fakat kendimizin dışında hiçbir şeye ‘evlilik bağlarıyla’ bağlanmaya hakkımız yoktur.” Montaigne, tutkularımızın hiçbirini yadsımaz. Tam tersine, her şeyin olabildiğince tadını çıkarmamızı öğütler; Montaigne, ayaklarıyla bu dünyaya basan ve sınır nedir tanımayan bir insandır: Politikadan hoşlanan politika yapmalı, kitapları seven kitap okumalı, avlanmayı seven avlanmalı, evini, toprağını, parayı ve eşyaları seven, [kendini onlara vermelidir]. [Montaigne için] en önemli nokta şudur: İnsan ne kadarı hoşuna gidiyorsa o kadarını almalı, ama kendisini hiçbir zaman başka şeylerin egemenliği altına sokmamalıdır. “Ev hayatında, bilimsel çalışmalarda, avda ve başkaca her uygulamada insan hazzın en son sınırlarına kadar gitmeli, ama bu sınırları aşmaktan kendini korumalıdır; yoksa işin içine acı da karışmaya başlar.” İnsan görev duygusuyla, yükselme tutkusunun ve başka tutkuların etkisiyle aslında gitmek istediğinden daha ileri gitmekten kaçınmalı, her şeyin neye değeceğini sürekli düşünmeli ve bunları gözünde aşırı büyütmemelidir; hazzın bittiği yerde durmasını bilmelidir. Hep uyanık olmalı, kendini bağımlılık altına sokmamalı, köleleşmemeli, sürekli özgür kalmalıdır. Bununla birlikte Montaigne, herhangi bir kural koymaz. Tek yaptığı, kendini, engelleyen, rahatsız eden, sınırlayan her şeyden özgür kılmak için nasıl sürekli çaba harcadığına ilişkin örnek vermektir. Bu konuda bir liste oluşturmak da düşünülebilir: * Kendini beğenmişlik ve gurur karşısında özgür kalabilmek; bu belki de en güç olanıdır. * Kendini korkudan ve umuttan özgür kılabilmek * Kendini inançtan ve kör inançlardan, dünya görüşlerinden ve kamplardan özgür kılabilmek * Kendini ihtirastan ve kendi yarattığı imgeye göre yaşama hırsının her türlüsünden özgür kılabilmek * Kendini paradan ve hırsın her türlüsünden ve şehvetten özgür kılabilmek * Kendini aileden ve çevreden özgür kılabilmek * Kendini bağnazlıktan, her türlü sabit fikirden, mutlak değerlere inanmaktan özgür kılabilmek Bu, yaşamın mutlak bir inkârı anlamına gelebilir. Kendini her şeyden bağımsız kılan, boşlukta yaşayan, her şeye kuşkuyla bakan bir insan. Pascal de onu böyle betimlemiştir: dénoue partout, yani her şeyden bağımsızlaşan ve hiçbir şeye bağlanmayan bir l’homme, böyle bir insan. Oysa bundan daha yanlış bir şey yoktur. Montaigne, hayatı ölçüsüz sever. Bildiği tek korku, ölüm karşısında duyduğu korkudur. Ve hayatta her şeyi olduğu haliyle sever. “Doğada hiçbir şey, hatta amaçsızlık bile amaçtan yoksun değildir. Evrende olması gereken yerde olmayan hiçbir şey yoktur.” Montaigne, güzeli belirgin kıldığı için çirkini sever; erdemi vurguladığı için de kötüyü, budalalığı ve suçu sever. Her şey iyidir ve çeşitlilik, Tanrı’nın kutsamış olduğu bir şeydir. Yanlış olan ve suç sayılması gereken tek bir şey vardır: Bu çeşitlilik içindeki dünyayı öğretilerin ve sistemlerin kıskacına sokmaya kalkışmak; yanlış olan, başka insanları özgür yargılarından, gerçekte istediklerinden uzaklaştırmak, aslında içlerinde bulunmayan bir şeyi onlara zorla benimsetmeye kalkışmaktır. Böyleleri, özgürlük karşısında saygı nedir bilmeyenlerdir ve Montaigne, nouveautés’lerini, yani yeniliklerini tek ve tartışılmaz doğru niteliğiyle dünyaya kabul ettirmek isteyen ve kendilerini haklı gördüklerinde yüz binlerce insanın kanının dökülmesine kayıtsız kalan düşünce diktatörlerinin frénésie’sinden, hiddetinden nefret ettiği kadar başka hiçbir şeyden nefret etmez.
·
17 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.