Rousseau.... huzursuz adam!!!
Bu isim ile ilk olarak çok uzun zaman önce bir gece yarısı din felsefesi dersine çalışırken karşılaşmıştım. Ve ona ait olan bir cümleyi okuduğumda, kalemi kitabı elimden bırakıcak kadar etkilenmiştim.
Eserin bendeki etkisini anlatabilmek ve Rousseau'yu daha iyi anlayabilmek için biraz olsun hayatını da bilmek gerekir diyerek kısaca bilgi vereyim.
Daha dokuz günlük bebekken annesi ölür. Dokuz on yaşlarında iken babası onu amcasına bırakır ve Rousseau'nun teyzesini alıp çeker gider. Sonrasında savrulur Rousseau. İyi bir eğitim alamaz ama okuduğu kitaplarla kendini geliştirir. "Toplum sözleşmesi " ve "emile " kitapları yüzünden yargılanır ama mahkum olmamak adına Paris"ten İsviçre'ye kaçar. Sonrasında Fransız devrimine öncülük ettiği gerekçesi ile bürokrasi ve aristokratlarla iyice karşı karşıya gelir ve toplumdan tamamen tecrit edilir. Öyle bir tecrit edilmek ki toplum içine çıkamaz. Girdiği her ortamda tanınır ve tabiri caizse parmakla gösterilerek mimlenir. İnsana, bir merhabaya muhtaç edilecek bir sefalete sürüklenir.
Öyleki kitapta şu cümleleri dile getirir: "Bir insanla bir kaç dakika muhabbet edebilmek için beni tanımayışından yararlandım ve bundan aldığım hazla, en sıradan zevklerin bile nadir yaşandığında ne kadar büyük değer kazandığını bir kez daha farkettim. ....bu durum karşısında bir çocuk gibi sevincimden ağlayacağıma kim inanırdı? " Bu satırlara ben dahi ağladımı itiraf ederim.
Şöyle başlar Rousseau esere
" işte artık,ne bir kardeşi, ne yakını, ne arkadaşı, ne de ahbabı olan ben, yeryüzünde yapayalnızım."
Yani ki içinizde bir yerler direk kanayarak başlıyorsunuz okumaya. Ve teslim oluyorsunuz kitaba. Yukarda da bahsettiğim gibi Rousseau toplumdan çok çetin bir şekilde dışlanıyor bunun yarattığı travma ile yitirecek bir şeyi kalmamış insanlara özgü cesaret ve korkusuzlugunu dile getiriyor. Herşeyi tüm insanları ve eylemlerini hiçlestiriyor beyninde.
Kitapta doktorları,filozofları eleştiriyor ve insanların birbirine karşı tiyatro oynayan yapay ilişkilerini... İyiliği kötülüğü, yalanı gerçeği ahlakı ele alıyor. Bunlar üzerinden de kendisine yapılan haksız yargı ve iftiraları anlatıyor. Ve huzuru bulmak adına bitki bilimine adayarak kendini, insanlardan uzak doğaya kaçıyor.
Rousseau'nun kaderci bir yaklaşım ile beraber,ahlaki değer ve erdemlere sahip olmasının onuru ile hayata tutunduğunu, bir gün insanların kendini anlayacağı ümidine sarıldığını, yalandan nefret ettiğini, kasıtlı kötülük yapmadığını, hatalarının da zaaflarından kaynaklandığını ifade etmesi ise aslında bize yaşının da ilerlemesi ile
baştan sona bütün bir ömrünün muhasebesini yapıp,
sürekli kendisiyle hesaplaştığını (dış dünya ile yaptığı kadar )
iç dünyasında yaptığı mücadelesini gösterir.
Bir şey daha belirteyim ki herkesin yargıladığı konu olan çocuklarını yetimhaneye bırakmasının nedenini de burada da açıklıyor.(Ama bana sorarsanız açıklama adı altında savunma yapıyor.) Çünkü "Yaşayarak öğreniyoruz"der kendisi. Yaşamanın pişmanlık olduğunu ima edercesine.
Kitabı tavsiye eder miyim diye sorarsanız kesinlikle tavsiye ederim. Zira okuduğum her gezintinin ardından ben de kendi ömrümün gezintisine çıktım. Hasılı siz de kendi hayatınızın gezintisine çıkmak isterseniz okuyun derim.
Keyifli okumalar.