Virginia'nın farklı bir tarzı olduğunu biliyoruz. Yazarken özgün olmaya dikkat eder ve yazdığı şeyin gerçekliği yansıtma oranın yüksek olması için çabalar. Ona göre belli kalıplar arasında sıkışarak, sadece hitap edilen kitleyi memnun etmek için yazmanın bizi gerçeklikten uzaklaştıracağı (hem okuru hem yazarı) gibi kendi türü içinde de tekrara düşer. Bu da bizi mankafaya çevirirken, kendi türünü de çöplük haline getirir. Yazma konusunda bu düşüncelere sahip olan Virginia'nın bir okur olarak nasıl davrandığını, okuduklarını nasıl değerlendirdiğini de I ve II olarak yayınlanan bu eserlerinden anlıyoruz.
“Romana uygun malzeme” diye bir şey yoktur; her şey romana uygun malzemedir; her duygu, her düşünce, beynin ve ruhun her bir niteliği işe yarar, hiçbir kavrayış boşa gitmez."
Bu eserinde birçok yazarın bütüncül olarak değerlendirildiği eleştiri yazılarına yer verilmiş. Rus, Fransız, İngiliz ve Amerikalı gibi birçok yazarın değerlendirmesini kapsıyor. Bu eseri okuduğumuzda Virginia'nın eleştiri alanında ne kadar ileride olduğunu anlıyoruz. Eserleri okumamış da sanki yutmuş, gerçekten eserler üzerindeki hakimiyetine hayran kalıyorsunuz.
“Esasen Rus romanındaki ana karakter ruhtur. Çehov'da ruh ince ve mahirdir, Dostoyevski'de ise bitmez tükenmez komikliklerle ve huysuzluklarla karşı karşıya kalan ruh çok daha derin ve engindir; şiddetli hastalıklara, öfke hummalarına maruzdur; ama yine de öncelikli konu olmaya devam eder.”
Okumadığınız, tanımadığınız yazarın veya eserlerinin Virginia tarafından değerlendirmesini okurken, işinde maharetli bir kasabın tezgahında eti tasnif ederken onu izlediğinizde duyduğunuz zevke benzer şeyler hissedersiniz. O bıçak darbeleri gibi tespitlerde bulunur, bakalım;
“Dostoyevski'nin romanları kaynayan girdaplardır, kıvrıla kıvrıla yükselen kum fırtınalarıdır, tıslayan, kaynayan ve bizi içine çeken su hortumlarıdır. Yalnızca ve tamamıyla ruhun malzemesinden yapılmadırlar. İsteğimiz dışında içeri çekiliriz, yuvarlana yuvarlana savruluruz, kör oluruz, boğuluruz, aynı zamanda baş döndüren bir sevinçle dolar taşarız.”
Bütün bu eleştiri yazılarını okuyunca, Virginia’da fark ettiğim bir yöntem var. Her şeyden önce biyografi yazılarını çok seviyor ve çok önemsiyor. Yazarların eserlerini de biyografilerini dikkate alarak değerlendiriyor. Eleştiri yazısına genelleyici ve yazar için vitrinlik olan ifadelerle başlıyor. Sonrasında söz konusu yazarın hayatını kurcalayarak uygun gördüğü yerlere eserlerini yerleştiriyor. Bu aynı zamanda o eser hakkında bize bilgi de vermiş oluyor. Yergisi de, övgüsü de edebîdir. Ve bunları yaparken önce analiz sonra sentez basamaklarını uyguluyor. Yani önce bütünü parçalarına ayırıyor sonra o parçaları kendi yöntemiyle birleştirerek yazar için yeni bir bütün oluşturuyor. Ve asla bir yazarı kötü tarafıyla ortada bırakmıyor mutlaka güzel taraflarına da değiniyor.
“Dostoyevski'nin üzerinde böyle kısıtlamalar yoktu. Asillerden misiniz yoksa sıradan vatandaş mı, kevasenin teki misiniz yoksa bir hanımefendi mi onun için hiç fark etmezdi. Kim olursanız olun, bu karman çorman sıvının, bu bulanık, köpüklü, kıymetli maddenin, ruhun kanallarından birisiniz. Ruha ket vurulamaz. Ruh dolup taşar, akıp gider, diğer ruhlarla kaynaşır. Bir şişe şarap alacak gücü olmayan bir banka memurunun basit hikayesi, biz daha ne olduğunu anlamadan, kayınpederinin hayatına kayınpederinin iğrenç muamele ettiği beş metresin hayatına, postacının, temizlikçi kadının hayatına, apartmanın tek inde konaklayan prenseslerin hayatına sirayet eder. Çünkü hiçbir şey Dostoyevski'nin alanının dışında kalmaz. Ve o yorulduğunda duraklamaz, devam eder. Kendini kısıtlayamaz. Sıcak, kaynar, karışık, fevkalade, korkunç, bunaltıcı ruhumuzun üzerine tepetaklak düşer.”
Virginia’nın bitirdiğim her eserinden sonra, iskelede durup içinde sevdiğinin olduğu bir geminin gidişini izlerken hissedilen duyguya yakın şeyler hissediyorum…