Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

750 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
YASAKLAR, BASKI, ZORBALIK VE ZULMÜN KISA TARİHİ İLE İLGİLİ BİR İNCELEME
M. Kemal hakkında bilmediğim, duymadığım ne var ki böyle hacimli bir kitabı okuyayım’ düşüncesiyle Mango'nun Atatürk'ünü yıllardır almamış ve okumamıştım. Fakat son yıllarda, M. Kemal gibi her konuda “ben, ben, ben” diyen bir ses ülkeyi zindana çevirince ve yağmadan pay alanlar hariç herkes Türkiye’den kaçıp, canını kurtarma gayretine girince Mango’nun eserini okumaya karar verdim. Bu kitabı 2018 yılında okudum, lakin Niyazi Berkes’in: “Türkiyede Çağdaşlaşma ve Unutulan Yıllar” ile Fikret Başkaya’nın “Paradigmanın İflası”nı peş peşe okuyunca Türkiye’de hukuk, yasa tanımazlığın, ötekileştirmenin, faşizm ve bağnazlığın sadece Atatürk dönemine özgü bir durum olmadığının farkına vardım ve 2021’yılında Mango’nun Atatürk’ünü bir kez daha okudum. Biraz daha derine inince zorba yönetim anlayışının sadece Türk ve İslam âlemine özgü bir hastalık olmadığı da ortaya çıkıyordu. Zira bu liderlerin kutsallaştırılmasıyla ilgili bir durumdu ve büyük yıkımlar, çöküşler, göçler, açlık ve yoksullukların sonrasında, çaresiz ve şaşkın toplumlar bir kurtarıcıya bir ilah’a ihtiyaç duyuyorlardı. İşte Davut, Musa, İsa ve Muhammed peygamberler bu ortamda ortaya çıkmışlar, Olympos Tanrı’ları da böyle zuhur etmişlerdi. Kendi yakın tarihimize baktığımızda da kendilerini devlet yerine koyan II. Abdülhamid, İttihatçılar, M. Kemal’de büyük çöküşlerden sora gelmişler, kurtarıcı olarak görülmüşler fakat her üçü de arkalarında yönetilemez bir devlet bırakıp gitmişlerdi. Çünkü bu her şeyi bildiğini zanneden ve devletin kurumlarını saf dışı bırakarak, kendini devlet yerine koyan otoriter liderlerden sonra herkesin kendine güveni azalıyor, herkes silikleşiyor ve devlet gerçekten de yıkılıyor veya büyük altüst oluşlar yaşanıyordu. Atatürk’ten sonra da bu böyle oldu ve ülke yönetimi fiilen Amerika ile İsrail’in inisiyatifine bırakıldı. Bunun sonucunda da proje liderler devri başladı. Sözde çok partili döneme ve demokrasiye geçilmişti fakat tabi bu proje liderleri başa geçiren güçler istemedikçe onları oradan indirmek ve hesap sormak ta mümkün olmayınca, onlar da aynı II. Abdülhamid, İttihatçılar, M. Kemal gibi yasa ve hukuk dışı yollara başvuruyorlar, yaptıkları da yanlarına kâr kalıyordu. İşin garibi bu bunları ilahlaştıran kesimler, liderini vatan ile bir tutuyor, liderleri hakkında eleştiri yapanları “vatan hainliği” ile suçluyorlardı. Oysa önemli olan ne lider, ne de devletti. Önemli olan elbette insandı, halktı ama değersizleşen toplumlar kendini değil, lideri önemsiyor ve çok önemsenen herkes te kendini “Atatürk” zannetmeye başlıyordu. Bu o kadar barizdi ki, seksen yıl boyunca Atatürk ve Atatürkçüler bu milleti aşağılamış, hor ve hakir görmüş, seksen yıl sonra aşağılananlar iktidara gelince, bu kez de onlar halkı köle, ülkeyi ise mülkleri gibi görmeye başlamışlardı. Bu sadece bize özgü bir durum da değildi. Büyük yıkımlardan sonra başa geçen Sezar, Bonapart, Mussolini, Hitler, Stalin de tanrılığa soyunmuşlardı. Kitaba gelince Mango bu eserinde Atatürk ve Türkiye hakkında hiçbir şeyi ne yüceltmiş ne de yermiş, her şeyi tam doğru ve abartısız olarak vermiş, yorumu ise okuyucuya bırakmıştır. Atatürk’ün herkes lider yönünü görür ve o yönüyle değerlendirir oysa o da bir insandır ve hepimiz gibi onun da pek çok zaafları vardır. Gördüğüm kadarıyla, M Kemal çöken bir imparatorluğun kargaşa ortamında, yetim ve yoksul bir çocukluk geçirmiş olmasının acısı ve ezikliğini hiçbir zaman üzerinden atamamıştır. Çanakkale Savaşı’nda Ordu komutanı olma ve daha sonra İttihatçılar hükumetinde nazır olma isteği, “ona bu payeleri verseydik, hemen arkasından sadrazam (başbakan), sonra padişah, sonra da Allah olmak isterdi” diyerek Enver Paşa tarafından geri çevirecektir. M. Kemal’in bu hep “en büyük ve en önde olma” isteğine vakıf olanlar da onun bu zayıf yönünü hep kullanmışlar, özellikle 1926’dan sonra dalkavuk ve menfaat düşkünü şahsiyetsizler dışında, çevresinin tamamen boşaldığını kendisi de fark edecektir. Bu durumu bilen Behçet Kemal Çağlar ve onun gibi soytarılar onun hakkında “Atatürk senin için ölüm yoktur. Olamaz... Sen Türk'ün Tanrı'sısın Tanrı hiç ölür mü? Tanrı ölmez o dilerse görünür bir müddet.” şeklinde abuk sabuk mevlitler okuyacaktı. Atatürk’ün “sıfır nedir” sorusunu sorduğu Hasan Ali Yücel de “Sıfır benim işte Efendim” diyor ve bu sayede ondan Milli Eğitim Bakanlığını kapıyordu. Mehmet Emin Yurdakul ise Atatürk’ün bacakları arasına yatmış köpeği göstererek: “Ah paşam o köpeğin yerinde olmayı ne kadar isterdim” derken, meşhur bir mebus / hoca ise "Sen iste Kuran'ı iptal edelim Paşam" diyordu. Celal Bayar ise, “Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyerek, İnönü’nün yerine başbakan oluyor, bu tapınmalar neticesinde belki de tarihte ilk kez bir lider, her şehre kendi heykellerini dikmeye, kendisine biat etmeyen bütün silah arkadaşlarını, ilerici aydın ve yazarları idama, zindana yolluyor ya da onlar, yurt dışına kaçarak canlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Ali Şükrü'yü Topal Osman’a, konuşmaması için Topal Osman’ı da güvenlik güçlerine öldürtüyordu. Mustafa Suphi ve on iki arkadaşını Trabzon’da Yahya Kaptan ve çetesine infaz ettirilerek cesetleri denize atılırken, Yahya Kaptan ve çetesi de ifadeleri alınmadan Topal Osman’ın akıbetine uğratılıyordu. Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Cevat Bey başta olmak üzere vatanı ve Atatürk için gövdesini ortaya koyan ama kayıtsız şartsız ona biat etmeyen silah arkadaşlarına bile hayatı zindan etmesi, ülkeyi topyekûn hapishaneye ve tımarhaneye çevirmesi, İzmir'in yağmalanması ve yakılmasına göz yumulması da bize ondan kalan kötü miraslardandır. Halkın oy vereceği anlaşılınca kendi kurdurduğu iki muhalefet partisinin de derhal kapatması, bu partilerin kurucularını hainlik ve ihanetle suçlanarak yargılatması, bazılarının idam ettirmesi, rakı içmedi diye Samsun belediye bakanını görevden alıp belediye seçimini tekrarlatması, Ermeniler, Rumlar, Yüzellilikler ve hanedanın mallarının paşalar, eşraf ve Atatürk’ün etrafında kümelenmiş diğer menfaat grupları arasında paylaştırılması gibi uygulamalar, günümüz iktidarlarının da sıkça başvurduğu yöntemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kitabı okuduktan sonra Atatürk’ün tam anlamıyla bir alkolik olduğu ve birçok tutarsız, dengesiz karaları bu bağımlılığın etkisiyle aldığı da göze çarpmaktadır. Atatürk’ü öldürmek için Hilafet ve Anzavur ordularına katılanların o ölünce, onun ölüsüne tapınırken on bir kişinin çiğnenerek ölmesi de galiba kitlelerin ne kadar kolay sürüye dönüştürülebildiği ve şuursuzca hareket ettiklerinin bir göstergesi olsa gerekir. SONUÇ OLARAK: Gerekli değişim ve dönüşümleri zamanında gerçekleştiremediği için zaten yıkılıp çökmüş olan imparatorluk, hanedan, halifelik ortadan kaldırılmış fakat Osmanlı’yı yıkıma götüren tek adam rejimi daha da güçlendirilerek Ankara’da yeniden kurulmuş bütün yetkiler de o tek kişide toplanmıştı. Ve o tek kişi “evet ben diktatörüm ama halkımın sevgisiyle diktatör oldum” diyor, ileriyi görebilen, çoğulcu demokrasiye inanan bütün aydın, asker ve siyasetçileri bir şekilde saf dışı bırakıyordu. Kutsallaştırılan liderler bütün dünyada halka hesap vermiyorlardı ama bizim gibi Doğu toplumlarında liderler herkese hesap sorabilirken, kendileri yalnızca “Allah’a hesap vereceklerini” söyleyerek hesap vermekten kutuluyorlardı. Tabi hizmet etmekle görevli olduğu halka hesap vermeyen liderler de doğal olarak çabucak zorbaya dönüşüyor ve bu liderleri seçimle değiştirmek mümkün olmuyordu. Bu topraklarda zulüm, haksızlık, hukuksuzluk ve zorbalık Atatürk’le başlamadığı gibi, ondan sonra da hız kesmemiş, halk olarak biz “dur” diyene kadar da hız kesmeyecektir. Atatürk döneminde olduğu gibi lidere tapınma, yasaklar, karanlık ve kirli siyaset sonucu yine iflasa sürüklendiğimiz bu günlerde, geçmişi ve bu günü anlamak için bu eserin bir değil, birkaç kez okunmasını ısrarla tavsiye ediyorum. Okuyarak kalın. KİTAPTAN ALINTILAR Mustafa Kemal kalabalığın içinde duran birini işaret ederek: "Başında fes, fesin üstünde bir yeşil sarık, sırtında bir mintan, onun üstünde benim sırtımdaki gibi bir ceket, daha alt tarafını göremiyorum. Şimdi bu kıyafet nedir? Medeni bir insan bu alelacayip kıyafete girip dünyayı kendine güldürür mü?" (Mustafa Kemal) (Sayfa 502) “Mustafa Kemal yargıçları gönderdikten sonra İsmet Paşa ile Fahrettin Altay Paşa'yı çağırdı, "Ali Bey (Çetinkaya) bizim paşaları da (K. Karabekir - Ali Fuat - Refet - Cafer Tayyar) asacak" dedi. Fahrettin Altay temkinli bir cevap verdi, "Paşa hazretleri siz her şeyi bizden iyi düşünür ve yaparsınız. Bu suali bendenize söylemenizden anlıyorum ki lütufkâr kararınızı vermişsiniz." Mustafa Kemal "İyi ama sonrasından emin olabilir miyiz?" diye sordu. Cevap verme sırası İsmet İnönü'ye gelmişti, "Emin olabilirsiniz Paşa hazretleri... Bu nankörlüğe teşebbüs edenler birkaç sapıktan ibarettir, ceza da bu hudut dâhilinde kalırsa adaletiniz bütün milleti bir kere daha size bağlayacaktır." Bunun üzerine Mustafa Kemal, "Pekâlâ bakalım Ali Bey (Çetinkaya) ile bir daha görüşelim" diyerek ayağa kalktı. (Sonuçta Paşalar beraat etmişti) “(Sayfa 518) “Cavit'in öyküsü bambaşkaydı mantıklı, orta sınıfa mensup, şiddete karşı olan bir politikacıydı. Adalar'daki yazlık evinden, küçük oğlundan ve karısının yanından çekilip alındı. Ve bir mahkeme taklidi sonunda idam edildi... Ama Cavit idam edilmesinden üç yıl önce yasal bir siyasi toplantıya ev sahipliği yapmanın dışında önderlik sayılabilecek bir adım atmamıştı.” (Sayfa 520) “Ne var ki 1926 yılında idam edilenler, çağdaşlaşma yanlılarıydı. Mahkemede Kel Ali'nin Cavite karşı kaba davranışını tanımlarken Falih Rıfkı Atay: "Bunun eski bir gerici İttihatçının, eski bir ilerici İttihatçı'ya "medeniyette bizden ayrı olanın kafasına duyduğu nefretin belirtisi, bir hakaret olduğunu söyleyecekti.” (Sayfa 522) “Temizlik girişimlerinden önce tasarlanan bu heykeller yeni düzenin anıtları oldular. Dindar Müslümanları şaşkınlığa uğratırken Mustafa Kemal'in otoritesini güçlendirdiler. Ondan başka kim kendi heykelini dikebilirdi? Heykellerin yapımı için gerekli parayı minnettarlık, hayranlık, kendine yer edinme çabası ve dalkavukluk karışımı bir duyguyla hareket edenler karşılamıştı. Mecliste de dalkavukların sayısı alabildiğine yükselmişti.” (Sayfa 526) “Yargıç olarak görev yapmış olan milletvekilleri Benz arabalarla ödüllendirildiler. Kel Ali sık sık cumhurbaşkanının sofrasında bulundu ve birkaç dönem bakanlık yaptı. Cavit'i idama gönderdiğinden dolayı vicdan azabıyla aklını kaçırdığı söylentilerinin dolaşmasına karşın 1949'da ki ölümüne dek meclisteki koltuğunu yitirmedi. Kılıç Ali de cumhurbaşkanının çevresindeki yerini korudu.” (Sayfa 527) “Kazım Karabekir kendi anılarının özetini henüz Gazi ölmeden yayınlamak istemiş ama yayınevi basılmış ve kitaplar yakılmıştı. Bir kopyası ise Mustafa Kemal'e verilmiş ve o da sayfa kenarlarına bazen 'çocukça' ya da 'şantaj' gibi öfkeyle bazen de soğukkanlılıkla 'tetkik edilecek' notlarını almıştır. Karabekir anılarının özetini 1951 yılında yayınladı ve 1960'ta da son derece ayrıntılı, kalın bir kitap daha çıkarttı.Yayıncı mahkemeye verilince 1969 yılında Berat edene dek Karabekir'in anıları halka ulaşamadı.” (Sayfa 531) “Fethi bıkmıştı. İki gün sonra Gazi'ye yazdığı mektupta Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kapatacağını bildirdi. "Büyük gazimiz Mustafa Kemal Hazretlerinin teşvik ve tasvibi ile kurduğu Cumhuriyet Fırkası'nı ona karşı kullanmak istemiyordu..." Liberal demokrasi deneyimi ancak üç ay sürmüştü. Muhalefetteki rollerini çok ciddiye almış olan birkaç tanesi dışında, parti üyeleri tekrar Halk Fırkası saflarına döndü.” (Sayfa 543) "Vali Paşa hazretleri; Belediye reisi diye seçtiğimiz bu adamın yaptıklarını gördünüz mü? Her şeyden evvel terbiyesiz. Şehirlerine misafir geliyoruz; soframıza yemek yiyerek geliyor. İçki ikram ediyoruz; içmiyor. Sonra da bir Reisicumhur sofrasında biz kalkmadan kalkıp defolup gidiyor." (M. Kemal) [İki gün sonra dâhiliye vekaleti namına seyahate katılan Mülkiye Müfettişi Necati Bey bazı nedenlerle valiyi işten el çektirdi. Belediye seçimlerinin de yenilenmesi kararlaştırıldı.] (Sayfa 544) Dini aşırı derecede bağlı olan Nakşibendilerin, tanıklarının ifadesine göre uyuşturucu bağımlısı olan bir dervişin mehdilik iddiasını kabul etmeyecekleri gerçeği General Muğlalı'nın mahkemesini etkilemedi. Yaşlı şeyh tutuklu bulunduğu süre içinde ölürken oğlu da yirmi yedi kişiyle birlikte 4 Şubat 1931'de idam edildi. Asılanların çoğu bölgeye yerleştirilmiş yoksul Balkan göçmenleri idi ve isyancılara ip satan bir Yahudi Tüccar da onlarla aynı kaderi paylaştı. Dincilerin cesaretini kırmak için yine belirli ölçüde terör estirilmişti. (Sayfa 547)
Atatürk: Modern Türkiye'nin Kurucusu
Atatürk: Modern Türkiye'nin KurucusuAndrew Mango · Remzi Kitabevi · 2004572 okunma
·
884 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.