KADIN OLMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI
Başlığını attığım hususun tarihi,kökeni nerede başlıyor bilmiyorum ancak bildiğim ve emin olduğum tek şey türler arası,güçler arası,cinsler arası bu süregelen mücadeleyi
cinsiyet üzerinden değil de,insan olma/olamama durumu üzerinden işlemenin daha doğru olduğu.
Ne kadar toprak ana,tabiat/doğa ana gibi yeryüzüne bir dişilik yüklesekte;dünyanın erkek olduğunu düşünüyorum.
Geçmişten günümüze bir çok medeniyet,millet eril kişiliği (güç/iktidar temsil ediyor)ayrıcalıklı tutmuş,toplumsal cinsiyet daima bu erkeklik düsturu ile hareket etmiştir.
Bu sebeple küresel/evrelsel süreklilik arzeden ,neticelenmemiş belki de ermeyecek bir mesele.
“Cinsiyet eşitsizliği”
Hayata gözlerini bir kız çocuğu olarak açtığın andan itibaren,doğduğun coğrafyanın sana biçtiği hayat/yaşam tarzı sırtına yapışıyor öncelikle..
Başkalarının sana biçtiği kadere,mutluluğa,geleceğe,evlilik yaşına,çocuk doğurma durumuna,güzel olmak/hünerli olmak kriterlerine,meslek ve kariyer seçimine vs.bu toplumsal cinsiyet karar veriyor.
Okumuş olduğum bu kitap,aslında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için özel olarak okuduğum ancak olumlaması şimdiye kalan
tüm o bahsettiğim coğrafyaların kadın biyografilerinden oluşuyor.
her birinin resimlerle portrelendiği ,kendi coğrafyalarında,ait oldukları zaman diliminde bu gün bile bir çoğumuzun maruz kaldığı/duyduğu/gördüğü baskıcı,aşağılayıcı,ötekileyici otoriteye kendi benlikleri ile ihtilal yapan kadınlar.
Bilim,siyaset,edebiyat,spor gibi farklı akademik branşlarda her biri kendini ispatlamış
kadın olarak kendi benliğini aşmış;
Aralarında yaşadığı dönem -kadının yazar olmasının iffetsizlik sayıldığı-erkek isimleri kullanarak yazmak zorunda bırakılmış tanıdık isimler de var.
Bizi yetiştiren kadınlar ve bizimle birlikte kadın olmayı öğrenen dostlar için