Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

344 syf.
·
Puan vermedi
Sanıyor musun ki sen ölünce, gerçekten de ölmüş olacaksın?
Spoiler içerir.* Hapishanenin küf kokulu soluk duvarları karşılıyor bizi; içinde barındırıyor olduğu birçok kişi ve bu kişilerin hayat hikayeleri ile. Bu hikayelerden birisi de, bir gardiyana yumruk attığı ve burnunun kanamasına neden olduğu için idam cezasına çarptırılan Darrell Standing’e ait. Hayır hayır, birisini öldürdüğü için değil de; bir görevliye zarar verdiği için alıyor bu cezayı. Ne garip, değil mi? Bir ayrıntıyı söylemeyi unuttum: Kırk kiloya sahip olup olmadığı bile bilinmeyen bir adamın, kendisinden kat be kat heybetli bir adama bu yumruğu atma durumu, ne kadar mantıklı? Öyle ki, kitabın sonuna dek karakterimizin bunu arada sırada sorguladığını görüyoruz, gardiyanın burnunu kanattı mı, kanatmadı mı? İdamına dek düşündüğü tek şeyin bu olması pek de olası değil, bildiğimiz üzere. Saçmalıklara ve cahilliğe karşı baş kaldırması ile yeterince göze batan Standing, af alıp dışarı çıkabilmek uğruna Cecil Winwood adlı bir kurnazın tuzağına düşer. Hem yumruk yüzünden hem de Winwood’un uydurduğu, aslında hiç var olmayan dinamitlerin hapishanedeki yerini, doğal olarak, söylemeyeceği için müdür tarafından tecrite atılır. Aylarca, deli gömleğinin içinde, karanlıktan bozma bir odanın içinde bedeninin çürüyüşüne rağmen bildiğinden vaz geçmez. ‘’Gündüz dediğiniz, bir parça ışıktan ibaretti, ama gecenin kopkoyu karanlığından iyiydi.’’ Burada, sessizliği keskin bir biçimde kesen yumruk sesleri ile yalnız olmadığını fark eder ve dillerini çözmüş olduğu diğer iki mahkum ile konuşmaya başlar. Bunlar, Jake Oppenheimer ve Jack London’a bu romanı yazması adına ilham olan Ed Morell’dir. Dolayısıyla, bu satırlar, meslektaşını öldürdüğü için beş yıl hapislerde kalan yazarın arkadaşı Prof. Ed Morrell’in yaşantısından derin izler taşır. Edward Morrell, işlediği cinayet nedeni ile ilk önce Folsom ardından San Quentin hapishanelerinde beş yıl hücre cezası çeker. Kitaptaki Ed’in sonunun da böyle olduğunu görüyoruz. Şaşırtıcı bir başka durum ise, Ed’in astral seyahat dediğimiz durumu bu sırada keşfetmiş olması. Bundan oldukça etkilenen Jack London, tecrit arkadaşı Ed’in öğretisi (Küçük Ölüm oyunu) ile çağlar arası gezen karakterimizin yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar anlatmaya çalışarak ruhun ölümsüzlüğüne ve maddenin var olmadığına dikkat çekiyor. “Ölüm diye bir şey yok. Yaşam ruhtur ve ruh da ölmez.” Roma’da, Paris’te, Cho-sen’de (Kore’de) ve daha birçok yerde, çeşitli maceralar yaşadığı sırada kendi bedeni amansız bir acı çekerken kendisinin, ruhunu başka bir bedene yamadığını savunup duruyor. Ve haksız da değil. Sonradan edindiği bilgiler ile başından geçenlerin doğruluğunu kanıtlar şekilde. Kendisine inanmayan Jack’i bile sonunda kuşkuya düşürüyor, idam edilmesine çok az bir zaman kala. Fakat bütün bunların pek de bir önemi yok, çünkü yaşantıları bir başkası tarafından tekrar edilecek. -Standing burada bir şey savunuyor ve bazı yönleriyle de haksız değil: Hepimiz biriz, kadınız, erkeğiz, çocuğuz, yaşlıyız, yaşamın ta kendisiyiz.- Ve o zaman görecekler, hapishanedeki iğrenç ve insanlık dışı muamelere rağmen insanların nasıl da susmak zorunda kaldıklarını. Standing’in bütün bunları keşfetmesinin tek bir nedeni olduğunu düşünüyorum: Bu da, çekiyor olduğu acılardan kaçmak uğruna kendisini yarı ölü bir hale getirmek. Düşüncemin doğruluğunu kanıtlayan satırlar ise acıların var olduğunu belirten su götürmez bir gerçek. Kitabı elime ilk aldığımda, böyle bir şey ile karşılaşacağımı tahmin etmemiştim. Bir mahkumun hapishanedeki günlerini geçirmek uğruna astral seyahati kendi kendine keşfedeceğini sanarak başlamıştım ilk sayfayı okumaya. Yanıldığımı, ilk yirmi sayfanın bile kanımı dondurmaya yetecek kadar çağdışı saçmalıklar ile dolu olması ile beraber fark ettim. Hayat, ölüm, astral seyahat, reenkarnasyon ve ruh konularının üzerinde durulmasına rağmen asıl konu, adaletsizlik. Bir adamı, Küçük Ölüm oyununa itecek olan bu eşitsizlik. Ne desem bilemiyorum ama en çok şu sinirime dokundu: İnsanların suçlayacak birisini bulur bulmaz üzerine çullanması ve gerçeği kabul etmeyerek kendi paçalarını kurtarmak adına o kişiyi kullanmaları. Ve ne yazık ki, aradan neredeyse bir yüzyıl geçmesine rağmen bu konuda bir adım ileriye dahi gidebilmiş değiliz. İster Amerika olsun ister Türkiye; ister Kore olsun ister Nepal, bazı insanoğlu tavırları hiçbir yerde değişmiyor ve burada bir kere daha fark ediyoruz: Standing hepimizin bir olduğunu söyler iken pek de yanılmamış. Tek eleştirim, kitabın biraz fazla uzatılmış olduğunu hissetmem oldu, sonlara doğru. Bunun da, aylar boyunca ağzını açmadan yarı ölü bir şekilde yatan adamın ölmeden hemen önce içini dökmesi ve bir şeyler anlatmaya çabalaması olarak değerlendirdiğim için, anlayışla karşıladım. İncelememi şu cümlem ile bitirmek istiyorum: Biliyor musun Standing, eğer dediğin doğruysa, ben de yeniden doğduğumda, kim olacağımı ve neler yaşayacağımı şimdiden çok merak ediyorum. Okuduğunuz için teşekkürler. Kitaplar ile kalın.
Yıldız Gezgini
Yıldız GezginiJack London · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 20146,9bin okunma
··
1.753 görüntüleme
SselinN okurunun profil resmi
Çok güzel bir inceleme olmuş yüreğinize sağlık 🌸
Nesli okurunun profil resmi
Beğenmenize sevindim. Teşekkürler, efendim.🍒💕
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.