- Sokakları görüyor musun?
- Ya caddeleri!
- Her yer cümbüş yeri.
- Herkes pencerelerde.
- Ve binaların tepelerinde.
- Çatılarda, teraslarda ve balkonlarda.
- Sürekli atlıyorlar dar ve bazen geniş fakat hep aynı ölümcül kaldırımlara.
- Issız ya da kalabalık yollara.
- İnsanların üzerine hatta.
- Kanatları olmadığını unutmuş gibiler.
- Bakın, Anadol'un üzerine düştü şu kadın.
- Cam gibi dağıldı kırıkları.
- Bakışları, ağzı, saçları ve kokusu... parça parça, uçuşuyor, dağıldı gitti.
- Yaşadıkları onca pek mühim geçmişleri neye dönüşüyor acaba ölünce insanların..
- Sevinçleri, hüzünleri, aşkları, hesapları, savaşları.. ne oluyor yarattığımız duygulara, fırtınalara, yaşamın uğrak yerlerinden geriye kalan ne?
- Kaçın oradan, eyvah!
- Az kalsın üzerime düşüyordu.
- Ucuz atlattınız. İhtiyar, yanında sizi de götürecekti, şanslısınız, kıl payı kurtuldunuz.
- Evet, kıl payı! Fakat bir önemi var mıdır ki az ötede gerçekleşecek olanın şimdi birkaç adım geriye ötelenmesinin?
- Felsefeye hakkı verildiği takdirde yaşamak için bir neden kalmaz ve yaşamak azap verir düşünen kişiye. Tavsiyem, uzak tutunuz zihninizden beyhude soruları. Doğanın doğal döngüsünü sorgularsanız er geç esiri olursunuz kendi yarattığınız hapishanenin?
- En iyisi susmak mı? Bu kaçış neye yarar ki? Mutsuz olduğumuz gerçeğini hangi geçiştirmeler, hangi günü birlik eğlenceler ve hangi hazlar değiştirebilir ki?
- Ancak bir süre için bile olsa unutturabilir belki, en azından bu umulabilir sevgili dostum ve o anları yaşamak bir hedef olarak seçilirse, bu bir yaşama ilkesine dönüştürülebilir. Hayata bağlanmak için 'tutku' şart.
- Bir yalana tutunmak. Hayaletlere tapınmak. Küçüksüyorum bu ve türevi düşünceleri.. Kendini kandırmak bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülük değil midir?
- Öyleyse hâlâ nasıl yaşabiliyorsunuz diye sormam gerekecek size? Hayatta olan biri için ölümü hafifleyen cümleler kurmak kadar sahtekârca bir davranış yoktur sanırım. Eğer hayattaysanız daha nazik olmalısınız hayata karşı.
- Uzun zamandır bir neticeye ulaşmaktan aciz tartışmalardan uzak durmayı yeğliyorum. Fakat sanırım bu kez bir sonuca varmak mümkün olabilecek bizim için. Evet, geldik, önden buyurunuz.
- Nihayet geldik ha...
-Evet, merdivenleri yürüyelim mi yoksa..?
- Yeterince yürüdük, asansörü kullanalım lütfen. Kaçıncı kat?
- Son!
- Ne göstereceksiniz bana çok merak ediyorum.
- Balkona çıkalım.
- Hay hay! Umarım beni aşağıya atmayacaksınız? Cinayete bugünlerde pek rağbet edilmiyor biliyorsunuz, kimse peşine düşmez bile.
- Haklısınız. Bakın, şehrin en yüksek kulesinden nasıl da görünüyor nezih dünyamız? Nasıl da eşzamanlı ölüme atlayan insanları görebiliyoruz buradan. Bakın altı kişi aynı anda! Dünyanın başka hiçbir noktasında bu manzarayı göremeyiz. Birbirinden bağımsız ama birbirine bu kadar sımsıkı insanlar, bir bakışın, bir çemberin içinde. Gökten düşer gibiler ve tamamen kendi istekleriyle, özgürce...
- Özgür! Kulağa tuhaf geliyor. Pek inandırıcı değil üstelik. Koşullandırılmış organizmanın özgürlüğü olur mu hiç? Hey! N'apıyorsunuz siz?
- Ya siz?
- Nasıl oluyor bu? Çekiliyorum.
- Bu güzel manzaranın bir parçasıyız ikimizde, tıpkı herkes gibi, hepsi hepsi sadece bu kadar. Kum tanelerini düşünün, yıldız tozlarını ve su damlalarını... Biz neyiz? Ama gerçekten biz neyiz? Yerçekiminin güzelliği sarsın ruhumuzu... - varsa eğer.