Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

56 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
32 saatte okudu
Savaş psikolojisini, savaşın aptallığını anlatan, devleti, yönetilmeyi sorgulayıp, eleştiren en iyi yazarlardan biri diyebilirim Stefan Zweig için. Lyon'da Düğün adlı bu eserinde toplam üç hikâye var; Lyon'da Düğün (kitaba ismini veren hikâye), İki Yalnız İnsan, Wondrak. Lyon'da Düğün ve Wondrak savaşı ve savaş psikolojisini anlatırken İki Yalnız İnsan biraz daha farklı. Öncelikle Lyon'da Düğün ile başlamak isterim. Bu hikâyede iki genç aşığın Fransız devrimi sırasında esir alınıp birbirinden ayrı düşmesi ve sonra tekrardan bir araya gelip evlenmesi anlatıyor. Hikâyenin başlangıcı ve olayların gelişimi güzeldi fakat ben bu hikayeyi olması gerekenden daha kısa buldum. Bana göre baş karakterlerden biri olan genç kızın, sevgilisi Robert de L. ile buluşması biraz daha betimlemeli ve abartılı, uzun anlatılabilirdi. Ayrıca kızın isminin de verilmesini isterdim. Kız ve sevgilisinin o mahzende evlenmeleri de bana çok aceleye getirilmiş gibi geldi. Ayrıca gerdek gecesi olayı da çok kısa ve spontaneydi. Ama tüm bunların haricinde gerçekten güzel ve duygusaldı. Ve bilgilendiriciydi de. İki Yalnız İnsan'a gelince Zweig'in vermek istediği mesaj ve değindiği konu ne kadar güzel olsa da, nedense, anlatımını çok beğenmedim (bu çeviriden de kaynaklanıyor olabilir yazardan da, bilemiyorum). Fabrikada çalışan anonim bir erkek karakterimiz var yine ve bu karakter sakatlığından, farklılığından dolayı dışlanıyor. Aynı zamanda sırf güzellik standartlarına uymuyor diye dışlanan çirkin bir kız karakterimiz de var ki bu karaktere "Çirkin Jula" deniyor. Ve bu karakterler iş çıkışı, pazar günü tatili için konuşan ve planlar yapan diğer işçiler tarafından dışlanıyorlar derken birbirlerine denk geliyorlar. Ve dertleşmeye başlayıp yakınlaşıyorlar. Hikayenin sonu da bu iki insanın birbirlerine karşı bir şeyler hissedip eve doğru yürürken adamın kızın geniş kalçasına -hikayede böyle geçiyor ve kızın kötü özelliklerinden biri olarak görülüyor ki adamın bunu yapmasının sebebi de bence bir nevi onun "kusur" diye adlandırılmış özelliklerinin her birini kabul etmesi anlamına geliyor- dokunmasıyla bitiriyor. Bu hikâye zaten kısaydı ve nedense kısa hikâyeleri, anlatımları ve cümleleri pek sevmiyorum. Ve zaten Stefan'ın da kısa -kısa derken 4-5 sayfadan bahsediyorum- hikâye yazmasına ya da şöyle diyeyim ondan kısa hikaye okumaya alışık değilim. Ve bir de daha fazla betimlemeli ve abartılı beklerdim ki bilirsiniz ki yazarımızın olayı bu. Üçüncü ve sonuncu hikâyeye yani Wondrak'a gelecek olursak, bu hikâye favorim oldu diyebilirim. Özellikle de hikâyenin baş karakteri Ruzena Sedlak hikâye boyunca gerçekten çok takdir ettiğim biriydi. Hikâyenin başlangıcı efsaneydi; Dobitzan şehrindeki doğuştan burunsuz olarak doğmuş ve aynı ikinci hikayedeki gibi çirkin olarak görülen ve hatta "Kurukafa" diye adlandırılan Ruzena Sedlak ve onun doğum yapması ile başlıyordu. Bu karakter de aynı şekilde farklı ve güzellik standartlarına uygun olamadığı için dışlanmış ve yaşmak ve geçimini sağlamak için şehrin çıkışında bir ormandaki kulübede çalışmaya başlamış. Orada ava çıkan birinin uzaklığını yaparken aynı zamanda da orada kalmaya başlamış. Derken bir gün gece vakti, üç tane şerefsizden tecavüze uğruyor. Ve bunun sonucu hamile kalıyor. Başta ne kadar öldürmek istese de bebeğini, ki tecavüze uğrayan birinin psikolojisinde göre gayet normal, doğurunca bunu yapamıyor ve beş ay boyunca bebeğini herkesten habersiz olarak güzelce büyütüyor. Fakat sonra bu bir aptalın onu tesadüfen ormanda girmesiyle bozuluyor. Her neyse işte, her zamanki gibi aptal devlet insanlarının anlaşamamasından dolayı savaş çıkıyor ki bunlar olurken Karel Sedlak -Ruzena'nın çocuğunun adı bu- onsekiz yaşına giriyor ve çocuklar da o sıra savaşa gönderiliyor. Devlet Karel'i de savaşan göndermek isteyince Ruzena sinirleniyor, korkuyor ki bunlarda çok haklı, bu emre karşı çıkıyor. Olaylar böyle devam ediyor. Bu hikâyeyi sevmemin pek çok nedeni var fakat en başta savaşların ne kadar bencil ve aptalca olmasını ve devletin, devletin başındakilerin bazı kararlarının sorgulanması gerektiğini anlatması galiba birinci sebebi diyebilirim. Aynı zamanda bir toprak parçasının önemli olmadığını da yer yer betimlemesi güzeldi. Anne ve çocuk ilişkisi çok güzel anlatılmıştı ki her zaman bir çocuğun en çok annesine ihtiyacı olduğunu düşünmüşümdür. Ruzena Sedlak bu kitabı okuduktan sonra hayali karakterler arasında idolüm haline geldi diyebilirim. Ruzena'nın koruyucu, sevdiği insan için güçlü ve savaşçı olması, cahil diye adlandırılmadına rağmen aslında çok akıllı ve bir halkı uyandırabilecek zekaya sahip olması ve aynı zamanda annelik duygusunun bu karaktere çok güzel oturtulması belki de onu idol olarak görmeme yardımcı olmuştur. Hikâye boyunca savaş psikolojisini ve korkuyu, korumacılığı, bencilliği ve acımasızlığı çok iyi anladım. Ayrıca bu hikâye diğer iki hikâyeden daha çok betimlemeye sahipti ve uzundu. Abartı da mevcuttu. Yani tam da Stefan Zweig tarzıydı. Sadece sonunu daha farklı beklerdim. Fakat yazılı olanı da kötü diyemem. Son bir şey söylemek istiyorum ki bana göre Stefan, savaş psikolojisini Tolstoy'dan daha iyi işliyor gibi. Ama bu hükme varmadan önce tabi ki savaş ve savaş psikolojisi üzerine daha çok Tolstoy ve Zweig eseri incelemeyi tercih ederim. Belki de fazla Tolstoy okumuyorumdur...
Lyon'da Düğün
Lyon'da DüğünStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202131,1bin okunma
·
1.779 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.