Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

264 syf.
10/10 puan verdi
Bu kitabı bana 9 yaşındayken okulumuzun lisesinde okuyan idol olarak gördüğüm bir abi vermişti. Hem onun vermesinin heyecanı hem de ilk kez toplum gerçeklerini görüyor olmanın heyecanıyla sayısız kez okudum bu kitabı. İlk kez hayatın gerçeğini, ırkçılığı, mülteciliğin zorluğunu gördüm. Ha, o sırada pespembe hayatlar yaşıyor değildim belki ama insan, hele çocuksa, acı çektiğinde en çok acı kendininmiş gibi davranır. Nasıl idrak etsin zaten? Çocuk adı üstünde. Ben bu kitapta anladım yaşadıklarımın gerçekler yanında hiç kaldığını. İşte Hitler Oyuncağımı Çaldı beni artık farkındalığa kavuşturmaya başlayan, kitap okuma iştahımı arşa çıkaran ilk kitaplardandır. Bu nedenle çok uzun zamandır ona layık olacak bir inceleme yazmak istiyordum. Bir çocuk kitabından, daha doğrusu bir çocuğun ağzından anlatılan bir kitaptan ne bekleriz? Çiçekler, uçurtmalar, mutlu bir aile, sıcak bir yuva, güzel arkadaşlıklar değil mi? Kitap bu beklentilerimizi kesinlikle karşılamıyor. ‘Gerçek’ dünyayı küçücük yaşında gören bir çocuğun gözünden anlatılıyor. Kitabımız dokuz yaşında Anna isimli kız çocuğunun ailesi ile birlikte Hitler’in iktidara gelmekte olduğu dönemde Almanya’dan kaçışlarını ve onları yıpratan mültecilik dönemini konu alıyor. Anna’nın babası ünlü ’muhalif’ bir gazete yazarı olduğu için pasaportlarına alınacağını öğrenen aile, ülkeden İsviçre’ye gidiyor. Ancak İsviçre’de Anna’nın babası iş bulamıyor ve maddi sorunlarla karşılaşıyorlar. Böylece aile, Paris’e taşınıyor. Ama yine maddi sorunlardan sebep buradaki yaşamında da başarılı olamıyorlar. Gerek dil gerek yabancılık gerek mülteci olmanın verdiği durum… Çok şey yaşanıyor. Sadece dokuz yaşındaki kızımızın yaşadıkları insanın yüreğini parçalıyor. Kitabın öncelikle üstünde durduğu konu Yahudi olmanın bir çocuk için önemsiz olduğu. Anna ve arkadaşlarının Hitler’in döneminde büyüklerin konuştuklarının akıllarında yer edinmesi ve aralarında yaptıkları tartışmalar bunu gösteriyor. Örneğin Yahudi olan Anna’nın Yahudi olmak için ne yapması gerektiği arkadaşları için de belirsiz olan bir konu: “Herkesle aynı görünüyorsanız ve Yahudi kilisesine gitmiyorsanız Yahudi olduğunuzu nasıl biliyorsunuz? Nasıl emin olabiliyorsunuz?” Bu sorunun cevabını yetişkinlerin de bulunamadığı gibi Hitler’in neden Yahudilerden nefret ettiği de çocuklar için mantıklı bir durum değil. Ve ilerleyen sayfalarda Anna’nın annesi, meselenin Yahudi kanı taşımak olmadığını da oldukça güzel özetliyor: “Sadece Yahudi olduğumuz için değil. Babanız artık düşündüğü şeyi özgürce söylemesine izin verilmeyeceğini ve kendisinin de bundan böyle yazamayacağını düşünüyor. Çünkü Naziler kendisiyle aynı fikirde olmayan insanları sevmiyor.” Bu şekilde tüm dünyada yaşanan faşist baskıların aslında din gibi şeylerle ilgili olmadığını iktidarın siyasi tercihleriyle ve ‘eleştiri istememesiyle’ ilgili olduğu da çocuk dilinden anlatılıyor. Çünkü milliyetçilik gibi tutumların çocukların henüz kirlenmemiş kafasında bir yere oturması mümkün değil. Bizler dahi tamamen oturtamıyorken, bunun olması çok normal. Bir çocuk böyle bir şey yapmaz çünkü, bencilce davranıp diğer insanların ölümünü göze almaz, insanlarını mağdur bırakmaz, ki tarafı eşit tutar hatta taraflaştırma yapmaz. Çocuk masumdur, saftır, gözünü açtığı ilk anlardan farkı olmaz. Sonrasında yaşadığı çevre, etrafındaki düşünceler onun kişiliğini, yapacağı seçimleri oluşturur. Düşünsenize, sizce Hitler anasının karnından faşist mi çıktı? Bu mümkün olabilir mi? Düşüncelerimiz genelde doğduğumuz yerdeki düşüncelerin ortalamasıdır. Uzatmayalım. Kitapta işlenen diğer bir konu da mültecilik şartlarında çocukların nasıl bir yaşam sürdüğü. Çocukların bu durumları anlaması da yetişkinlerden farklı. Çünkü onlar bizlerin dünyanın sonu olarak gördüğümüz şeyi olumlu taraftan bakarak sakinlikle karşılayabiliyor. Örneğin Anna mülteciliği ilk başta bir macera olarak görüyor. Hatta mülteci olmanın zor olacağını Anna’ya açıkça söylemelerine rağmen İsviçre’ye göç ederek orada yeni arkadaşlar edinme fikri onun kulağına heyecanlı geliyor. Babası oldukça tanınmış olan Anna, ünlü olma meselesine dair birçok insanla konuşuyor. Bu nedenle zor bir çocukluk geçirdiğinde ileride ünlü olabileceğine ve mülteciliği sevebileceğine karar veriyor. Bu konu üzerine kitabı bana veren abiyle çok konuştuk. Hatta benim için en önemli konulardan biridir. Ailen tanınmışsa ya da ailenden en az biri ünlüyse sen tanınamazsın gibi bir düşünce atıyor ortaya Anna’nın arkadaşı. Aynı şekilde zor çocukluk şartı koyuluyor ortaya. Ve bu ikisi de kısmen doğru. Zor bir çocukluk ya da zor bir hayat geçirmek insanı yıprattığı kadar insanın hayatta yapacağı sıçramalara güç veriyor. Ne kadar zorluk çekersen o kadar yükselirsin, yani seni öldürmeyen güçlendirir gibi. Bunun doğruluğuna inanırım, inandığım kadar da umutlanırım. Mülteciyken yaşadıkları sorunlar sadece maddi sıkıntılar ve savaşın getirdiği siyasi baskılar değil. Çocukların hiç bilmedikleri dilde yaşanan bir ülkeye, farklı bir kültüre adapte olmada yaşadıkları zorluklar da önemli. Kitabın ,benim nazarımda, en can alıcı noktalarından biri İsviçre’deki köy hayatı. İsviçre’ye taşındıklarında Anna içinde bulunduğu dindar ve kapalı kültüre adapte olmakta zorlanıyor. Örneğin İsviçre’de başladığı köy okulunda kızların ve erkeklerin yaşam tarzları arasında ciddi bir uçurum bulunuyor. Çocuklar birlikte oynamıyor, konuşmuyor hatta sadece ‘aşık olma’ ilişkisi kuruyor. Anna yeni okulundaki sınıfa ilk girdiğinde bile uyarılarla karşılaşıyor: “Roseli fısıldayarak ‘Sınıfın orta yolundan geçerek geldin.’ dedi. ‘Sadece oğlanlar orta yoldan yürür.” Anna’nın bir gün takla atmayı beceremeyen bir çocuğa yardım etmesi sonrasında erkeklerin hepsi Anna’ya ‘aşık oluyor.’ Ve çocuklar duygularını nasıl belli edeceğini de bilmediği için Anna’yı takip edip ona taş atmaya başlıyorlar. Yazar çok ince ve güzel noktalara değiniyor. Toparlamam gerekirse, ki gerekiyor, Hitler Oyuncağımı Çaldı çocukların gözünden göç ve savaş gibi olayların nasıl anlaşıldığına güzel bir örnek. Kitap okura zor durumlarda mücadele gerektiğini gösterirken insanlarla empati kurmasını kolaylaştırıyor ve ailenin, dayanışmanın önemini vurguluyor. Ve kesinlikle bu romanın bir tek çocuk okurların değil yetişkinlerin okuyabileceği şekilde kurgulandığını da belirtmek gerek. Uzun uzadıya anlattım, eteğimdeki taşlardan da serptim biraz. Şiddetle okumanızı öneririm, şimdiden iyi okumalar.
Hitler Oyuncağımı Çaldı
Hitler Oyuncağımı ÇaldıJudith Kerr · Tudem Yayınları · 2013472 okunma
··
424 görüntüleme
Bülent Kıyak okurunun profil resmi
Emeğine, yüreğine sağlık İlkim. İncelemen, kitap okuma alışkanlığı olmayana bile kitap okutturacak güzellikte. Bunun üzerine bir şey demeyeceğim. Benim dikkatimi çeken ve hoşuma giden ise, hem giriş kısmında hem de aralarda senden izler taşıyor olması... Silahların, bombaların olmadığı ama bilincinde olduğun bir savaş... Kan akışı ile bedenin yaşam mücadelesi değil, duygu akışı ile ruhun mücadelesinin savaşı... Ve bu yazı, hem kendi adına şimdiden ışığı görülen bir zafer taşıyor hem de hayatına dokunacağın insanlar ile toplumsal varlığının katacakları hakkında umut dolu işaretler veriyor...
İlk okurunun profil resmi
Bunları sizden duymak beni çok mutlu etti, çok teşekkür ederim. En mutsuz, en dağınık hissettiğim anlarda kendimi yazmaya veririm, her ne kadar kusursuz olmasa da karalarım bir şeyler. Sesimi duyuramadığımda yazarım. Bu incelememi de aslında bugün yazmamıştım, kendimden vazgeçecek gibi hissettiğimde yazıp şimdi dijital ortama dökebildim. Bu en çok kendimi içine kattığım, harmanladığım inceleme oldu dolayısıyla. Umarım dediğiniz gibi umut dolu işaretlerin çıkacağı sonu görürüz.. Tekrardan teşekkürler burçdaşım..
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.