✍DİPÇE :
Bir Dostluk anlatısı bu kitap. Dostunu anlatırken kendini anlamlandıran, onunla yaşamı ve ölümü kucaklayan Bernhard, okuruna yarı biyografik bir vefa yapıtı sunuyor.
Hem Bernhard hem Paul Wittgenstein; yaşadıkları ülkeye bürokrasiye, sahte sanat çevrelerine ve yaşama öfke duyan iki arkadaş.
Bernhard evlilik dışı bir ilişkinin çocuğu. Toplum baskısı nedeniyle annesi, ülkesinde değil de Hollanda'da bir manastırda dünyaya getiriyor onu. Bernhard'ın ülkesine öfkesini de bu duruma bağlıyorum o da ülkesini benliğinde zihninde dışlıyor.
Paul ise ünlü filozof Ludwig Wittgenstein'in yeğeni. Varlıklı bir Yahudi ailesinin istenmeyen her fırsatta akıl hastanesine kapatılan oğlu. Aslında o çok ünlü dahi bir piyanist.
Bu sıra dışı iki insan 12 yıl boyunca çok içten içsel bir dostluğu paylaşıyor. Bernhard akciğer hastası ,Paul ise bir deli ; zamanlarının çoğu hastanelerde geçiyor bir araya geldiklerinde ise entelektüelliğin zirvesine taşınıyorlar.
Kitapta bu dostluğun pekiştireci acı tatlı anılar ve Bernhard'ın yaşadığı olaylara tespitleri yer alıyor.
Bohem bir anlayış var ikisinde de ve kimse tarafından anlaşılmayacaklarını biliyorlar, esasen ikisinin de hayatında çok değerli iki kadın var. İkisi de eşlerini , eşlerinin tüm olumsuzluklarını sevgiyle anlayışla taşımayı başarmış kadınlar.
Bunun yanı sıra ikisinin ayrıştığı durumları anlatıyor Bernhard.Örneğin; Paul çok duygusal biri, parasını ihtiyacı olanlara hesapsız dağıtıyor. Dilenen bir çocuğu örnek veriyor.Paul'u göz yaşlarına boğan bu çocuk Bernhard'dan para kopartamıyor.Çünkü diyor Bernhard; ben bu tablonun bütününü görüyordum , annesinin onu bu acizliğe ittiğini, oysa Paul oradaki çocuğun çaresizliğini görüyordu ve ben düşüncemle onun dünyasını dağıtmıyordum. Böyle zarif bir çizgi de ilerlemiş bir dostluk.
Ayrıca beni en çok etkileyen şey,
Birinci Dünya Savaşı esnasında elini kaybeden ve sanatına bu kayıpla devam eden Paul'ün durumundan bahsetmiyor. Onu dile getirmeye bile gerek görmüyor.
Söylediklerinden ziyade bu detaylarda olduğu gibi söylemediklerinde incelikler yakalayacağım inancı yaratıyor bu bende.
Bu nedenle öfkesinden çok suskunluğunun izini süreceğim bir yazar algısıyla okuyacağım sanırım.
Berhard'ın kendine özgü bir tarzı var.Dikkati ilkin tekrarlara yer vermesi çekiyor. (Öğretmenvari bir anlatım yakaladım bu tarzda, bir de şu şekilde anlatayım iyice kavransın anlayışında.) Bu yakıştırmam nedeniyle belki bana hiç yabancı ve itici gelmedi tekrarlar.
Ayrıca uzun, soluksuz, paragrafsız anlatıyor. Bu da bir bütünlük hissi aktarıyor okura.
Tabii ki kendisiyle özdeşleşen sert öfkeli çıkışlara da değinmeliyim. Okuru ikna eden bir öfke bu.
Paul Wittgenstein'e ve onunla geçirdiği zaman diliminde Bernhard'a,açılan bu küçük pencereden bakmak benim için keyifli oldu. Merak edenlere kesinlikle tavsiye ederim. Esen kalın.