Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

203 syf.
10/10 puan verdi
·
15 saatte okudu
Borges'i okumak onun da inandığı düşlerin önüne çekilmek gibidir. O Ficciones'de öncelikle Menard karakterini yaratırken gerçekten de Don Quixote'yi onun dünyasında Cervantes’ten başkasının da yazabileceğine inanmıştır. Don Quixote'yi Wall Street’e oturtmaktan hiç çekinmemiştir. Kendi tabularına, politik görüşüne, felsefesine tamamen zıt karakterler yaratmıştır. Menard'a Don Quixote'yi yazdırırken aslında tüm yaratımın kendisinin elinde olduğunun bilincinde değil gibidir. Hep arkasıyla konuşur gibi bir hali vardır. Önünü döndüğünde gördükleri ve arkasında görmek istedikleri birbiriyle uyuşmaz, o iki tarafı da izlemek ister. Arkamı da görebilseydim, politik görüşüm sağ olsaydı, soldan nefret etmeseydim, anakronizmayı benimseseydim, arkamı görebilseydim… Zıtlıkları hayal eder. Zihnindeki cümleleri hep ''Şayet'' ile başlar. Şayet Berkeley veya Hume'un idealist dünyasına sahip olsaydık diyerek Tlön, Uqbar, Orbis Tertius'u yaratır. Tlön'de hayatı ''Esse est percipi!'' diyerek başlatır ve Berkeley'in dünyasında olduğu gibi Tanrı tarafından belirlenen bir düşünceler dili oluşturur. Bu dil içerisinde fiillere yer verilmez, Borges’in ütopyasında cümleler yalnızca isimler ve sıfatlarla kurulur. ''Ay nehrin üzerinde yükseldi.'' gibi bir cümle Orbis Tertius dilinde ''Durmazakanın arkasından yukarıya doğru ayladı.'' şeklindedir. Tlön'ün sakinlerinin de herhangi isimleri yoktur. Çünkü onların ne eyleme ne de varlıklarını kanıtlayacak isimlere ihtiyacı vardır. Tlönlülerin bu sebeple fiili bir zaman algıları yoktur. Orada yalnızca birbirinden bağımsız, bir dizgeselliğe oturtulmamış anlar vardır. Gerçeklik duygusu pes etmiştir, tüm dünya bir gün Tlön olacaktır. Tlön bir düş müdür, geciktirilmiş bir gerçeklik mi? Veya o da yalnızca döngüsel bir yıkıntıdır. Tlönlülerin bedenleri de düş görmeye adanmış döngüsel yıkıntılardan başka bir şey değildir belki de. Zira Borges Döngüsel Yıkıntılar'da düşleyenin düşünde, düşleneni uyandırırken Tlön gezegenini, Menard'ı ve diğer hikayelerinde düş ve gerçeklik arasında süzülen dünyalarını da uyandırıyor gibidir. Gerçeklik bir boyutta düşe, düş ise başka bir boyutta gerçekliğe dönüşebilir. Kim bilir, kötü bir cin bir gün gelip hepimizi uyandırabilir. O cin bizi bir Babil Piyangosuna götürebilir mesela. Hayatın bir piyangoyla belirlendiği bir sistem görünebilir. Kimisine göre Babil Piyangosu son tanrısal iz de yok olup gidene kadar yaşamda hükmünü koruyacaktır. Veya hayatın anlamı tam olarak bir çeşit şans oyunudur. Babil Piyangosu yalnızca ticari bir addır ve o yok olup gitse dahi insanlar hayatlarında Babil Piyangosunun hükmünü sürdürmeye devam edecektir. Borges Babil Piyangosunun belirlediği hayatı bir Babil Kitaplığına dönüştürür. Şans eseri belirlenmiş hayatlara yön vermek için tüm evreni bir kütüphaneye dönüştürür. Tüm kitaplar, kitapların yorumları, yorumlarının da yorumları Babil Kitaplığında gizlidir. Ama ötekilerin etkili bir açıklaması olabilecek herhangi eser bulunmaz. Bu tanrısal bir şeydir, Borges'e göre. Bir özet, bir anahtar hatta dev kitaplığın görüntüsü yetkin Tanrıdadır. İnsan, önünde tüm evreni kapsayan bir kitaplık olsa dahi Tanrıya yakarır. Çünkü her şeye karşın onun yalnızlığı bu umutla avunur. Tanrıyı düşünmek, yalnızlığı düşünmek zamanı düşünmek demektir. Borges'in evrenlerinde her şeyi düşünmek zamanı düşünmek demektir. Böylece yolumuz, Yolları Çatallanan Bahçe'ye çıkar. Orada zamandan korkulur ve bir anlamda onu vurgulamak için zamanın z’sinden bile bahsedilmez. Zaman kelimesinin dahi bahsini geçirmemek ona daha çok işaret eder ve zamanı anlatırken dolambaçlı yollara başvurmak anlatımı çatallandırır. Bu çatallanan, kimi zaman yok olan zamanlardan bir ağ oluşturulur, Yolları Çatallanan Bahçe’de ancak böyle bir ağa, dizgesizliğe inanılır. Bu ağ sayısız geleceği, bir nevi Borges'in paralel evrenlerini oluşturur. Borges Bellek ve Funes'da bu ağı koca bir belleğe dönüştürür. Sonsuz belleğe sahip bir karakter yaratır. İnsan her bir ayrıntıyı, bir çiçeğin yapraklarını kapatış anını, bir kitabın ilk sayfasını çeviriş anımızı hatırında tutabilse, her bir anı tekrar tekrar hatırlasa devamlı yeni anlar doğmuş olur. Hatırladığımızı hatırlamak da yeni bir anı yaratacak, bu zamanla bir döngü halini alacaktır. Kılıcın İzinde'de bu döngü ötekiyi, bütünü, hiç kimseyi, beni, düşündürecektir. ''Belki de Schopenhauer haklıydı,'' diyecektir Borges. ''Ben bütün öteki insanlarım, her insan bütün insanlardır.'' Döngünün sonu ölümdür: İnsanın hakikate dair beklentisi budur. Ne var ki gerçeklik, Ölüm ve Pusula'da olduğu gibi beklentilerle hemen her zaman çelişir. Zaman dilsel bir aldanmadır, döngüyü oluşturan tek bir tekrar bunu kanıtlamaya yeter. Gizli Mucize bu kanıtı yok eder, Tanrı sonsuz cilt kitabın içinde bir harftir, kendisini aratırken kör eder, kanıtlar yok olur. Sonu'nda gündelik ayrıntılara dönülür. Görevler biter; düşlemek de bir görevdir, döngüyü, zamanı, geleceği, beni kavramaya çalışmak da. İnsan dünyanın onu andığı isminden çok farklıdır. Hiç kimse böyle olunur, ancak görevini yerine getirdikten sonra. Borges'i okumak hiç kimse değil, her şey olmak demektir. Onu okumak zamanı düşünerek onu bükebilmektir. Onu okumak kimi zaman Schopenhauer'in kirpisi, kimi zaman bir James Joyce karakteri olmaktır. Borges'in kendisi için de bu böyledir. O, Tanrının muhteşem ironisini kabul ettikten sonra kaybettiği gözlerini hikayelerinde arar. Kendisini hiç yitirmemiştir. Eserlerinde kazanın ardındaki, yeni Borges'i saklar. Gözlerini hiç yitirmediğini, yalnızca artık arkasında konumlandığını fark eder. Aslında o hep aynanın içindedir ve ayna hiç kırılmamıştır.
Ficciones
FiccionesJorge Luis Borges · İletişim Yayınevi · 2013404 okunma
·
647 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.