Dücane Cündioğlu'nun bir konferansını dinliyordum. Orada İbn Haldun'a atıfla savaşı kazanmak için manevi ve maddi sebeplere ihtiyaç olduğunu belirtiyordu. Aktardığına göre İbn Haldun için manevi sebepler melekler vesaire değil, istihbarat ajanlarıydı. Bu yorumu teyit etmek için Mukaddime'yi araştırdım biraz. Ancak bir şeyler bulamadım. Sonrasında Robert Irwin'in yazdığı bu kitap çıktı piyasaya. Bu soru aklımın bir kenarında kalmış olacak ki, kitabı alıp yavaş yavaş okumaya başladım.
Kitabın yazarı aynı zamanda edebiyatçı olduğundan sanırım, akıcı bir üslupla karşılaştım. Kısa kısa bölümlerle İbn Haldun'un hayatından kesitler sunarak gayet zevkli ilerliyordu kitap. Kısa bölümler kesinlikle okunabilirliği arttıran bir şeydi. Ancak kitap bir süre sonra İbn Haldun'a yoğunlaşmaktan ziyade İbn Haldun hakkında yazılanlara yoğunlaşmaya başladı.
Yazarın misyonunun İbn Haldun hakkında yazılan bazı şeylere itiraz etmek olduğunu bir süre sonra anladım. Malumdur, birtakım yazarlar gelecekten geçmişe bakarak İbn Haldun'u modern bir yazarmış gibi telakki ediyor. Yazar buna şiddetle karşı çıkıyor. Ancak itiraz ederken aynı hataya düşüp bugünden geçmişe bakarak değerlendiriyor İbn Haldun'u. Mesela İbn Haldun'un -beyindeki nemin azalmasının aptallığa yol açtığına- inanmasından dalga geçer gibi bahsediyor. Sizin modern dediğiniz adam bu mu dercesine. Dönemin tıp teorilerine göre gayet bilimsel olan bu yaklaşımı bugünün verileriyle değerlendirerek İbn Haldun'u aşağılamaya çalışıyor.
Bahsettiğim bu istihza ve istihkar yaklaşımlarından sonra kitabı okumayı bırakmıştım. Yazar İbn Haldun'u meleklere, büyüye, mucizelere inandığı için küçümsüyordu. Sıradan bir oryantalist zırvası ile uğraşmak istemiyordum açıkçası. Ta ki, yazarın biyografisine tekrar rast gelinceye kadar. Kitabın yazarı Robert Irwin'in müslüman olduğunu öğrenince kitap nezdimde ikinci bir şansı haketti. Acaba müslüman bir yazarın müslüman bir düşünür hakkındaki bu tutumunun sebebi ne olabilirdi? Okudukça Irwin'in oryantalist reflekslerinden kurtulamadığını farkettim. Her ne kadar müslüman olsa da, 'bilimselliğine' halel gelmesini istemediği için, epistemik cemaatine başkaldırmak istemeyen biri olarak yazıyordu.
Kitabın yazarı hakkındaki mütaalaları bir kenara bırakalım artık. Bu kitabı esasen Dücane Cündioğlu'nun dediği şey doğru mu değil mi diye okumuştum. Bir ipucu bulabilmek adına. Esasen aradığım meseleyle alakalı bir ipucu bulamadım. Bununla beraber sorum da sorun olmaktan çıktı. Irwing'in bütün İbn Haldun yorumları üzerinde durarak vardığı bir sonuç vardı. İbn Haldun bir aynaydı. Diğer tüm büyük düşünürler gibi, ona bakanlar mutlaka kendi dünya görüşlerini destekleyecek bir şeyler bulabiliyordu. Sofu bir Hristiyan olan E.J.W. Gibb dindar bir İbn Haldun, Marksist Lacoste bir antik marksist, Felsefeci Muhsin Mahdi ise bir tür filozof İbn Haldun keşfetmişti. Dücane Cündioğlu'nun da nasıl bir tasavvur dünyası olduğunu az çok bildiğim için kendi İbn Haldun'unu yarattığını anladım. Günün sonunda çözülmesine gerek kalmayan bir soru, epistemik cemaatinden soyutlanmaktan korkan bir müslüman yazar ve hoşça vakit geçirtebilecek yorumlar üstüne yorumlar kaldı.
"Şeyleri yorumlamaktan çok, yorumlamaları yorumlama konusunda yapılacak iş oldukça çoktur ve kitaplar hakkındaki kitaplar, diğer herhangi bir konudaki kitaplardan çok daha fazla sayıdadır: birbirimizi yorumlamaktan başka bir şey yapmıyoruz."