Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

176 syf.
8/10 puan verdi
Erişmez Nevbahar
“Erişmez Nevbahar” öyküsü Selim İleri’nin “Dostlukların Son Günü” adlı eserinin içinde yer alan on yedi öyküden altıncısıdır. Öykü on sayfadan teşekkül eden bir kısa öyküdür. Durum öyküsü, aynı zamanda da anlatıcının çocukluk yıllarından, yaşadığı bir dönemini anlatması bakımından da anıdır. Öyküde zaman sıçramaları çokça görülür. Anlatıcı, bir şimdiki zamandadır bir de geçmişi, bize şimdiden anılarını anlattığı geçmişte. Şimdide Asım Paşaların köşkü yıkılır. Anlatıcı esere şu cümleyle başlar; “Asım Paşaların köşkü yıkılıyor. Yıllardan sonra; olur şey değil…” Bu cümle ile eser bize genel atmosferini hissettirir. Bu atmosfer; geçmişe özlem içerisindedir. Yıkılan köşkler vardır. Yıkılan bir eski İstanbul vardır. Yalnızca Asım Paşaların köşkü yıkılmaz veya diğer köşkler. Yıkılan adeta eski İstanbul’dur, köklü bir medeniyettir. Bu yönüyle Asım Paşaların köşkü ile eski İstanbul arasında kurulan bir bağlantı vardır ve birbirleriyle özdeştirler. Asım Paşaların köşkü demek tüm o güzelliği, tarihi yapısı, barındırdığı medeniyetle birlikte eski İstanbul demektir. Öyküde bu köşk hakkında verilen ayrıntılar, yapılan başarılı betimlemeler, özlem duyulan eski İstanbul’a göndermelerdir; Büyük de denemezdi o bahçeye. Dağınıklığın zenginleştirdiği bir düzen vardı. "Öbeklerde hercaimenekşeler insan yüzlü, salkım salkım leylâklar, saksılardan sarkan küpeçiçekleri, kendiliğinden bitmiş sanısını uyandıran damgülleri, bahçeyi çeviren pas tutmuş demir parmaklıklara sarılı çarkıfelekler, kadife gibi yumuşak çimeni yarmış maviçamlar iki tane, en güzeli ya da en acısı artık budanmayacak bir çınar gövdesi her yağmurun çürüttüğü. Daha o zamanlardan. Burada ne varsa çürümeye hazırlanıyordu. Boyasız demirler, dokunulduğunda pul pul pas yapışır merdiven tırabzanlarından. Pencere üstlerinin renkli camları çatlaktı; kırmızıdan, yeşilden kırılarak geçen ve döşemeye yansıyan akşam güneşleri; hattâ kimileri buzlu olanıyla değişmişti. Kepenklerin gıcırtısı kestanecinin ta ordan işitilirdi.” Eserin genel olarak atmosferi geçmişe, eski İstanbul’a duyulan bir özlemden doğar. Bu yönüyle hüzünlüdür, duygusaldır; melankoliktir. Anlatıcının üslubuyla öykünün bu melankolik, geçmişe özlemden doğan atmosferi uyum içerisindedir. Anlatıcı eski İstanbul’un bir daha dönmeyeceğini duyumsar ve bunu eserinde bize hissettirir. Böylece üslubun getirdiği ve öyküdeki olayların da beslediği melankolik, umutsuz atmosfer tamamlanır. Öyküde, anlatıcı geçmişini, anılarını anlattığından -di’li (görülen) geçmiş zaman ekinden çokça yararlanılır, bu kip çokça kullanılır; inerdik, tutardı, hissederdim, dökülürdü, denemezdi, vardı, hazırlanıyordu, değişmişti, işitilirdi, gülerdi, bendim, geçerdi, açardı, oynardık… Öyküde belirli, kesin çizgileri olan bir olay örgüsü görülmez ancak anlatıcının yetişkinlik döneminde geçmişine dönük hatırladığı bazı siluetler, birtakım kısa olaylar, hatıralar verilir. Bu hatıralar da anlatıcının tüm yaşadığı olayları değil yalnızca hassasiyetleriyle üzerinde durduğu şeyleri aldığından yaşadıklarının ancak bir kısmıdırlar. Her yazınsal eserde olduğu gibi bu eserde de yazarın bir ideolojisi vardır. Selim İleri, Erişmez Nevbahar öyküsünde daha çok ezilen bir karakter üzerine yoğunlaşır. Bu öyküde ezilen bir besleme, bir kadın vardır. Asım Paşaların köşkünün hizmetçisidir. Böylece “İleri’nin hemen bütün metinlerini saran bu “dışlanmışlık” duygusu, bu öyküde de kendini hissettirir.” Öyküde eyleyenler; anlatıcı (Kemal), Kemal’in annesi Süheyla Hanım, Nezihe Hanımefendi, Asım Paşa ve Hafize’dir. Asım Paşaların köşkü, anlatıcının çocukluk yıllarında annesiyle birlikte gittikleri eski İstanbul manzaralarını aksettiren bir yerdir. Bu köşkte Asım Paşa ve eşi Nezihe Hanımefendi yaşarlar. Bir de hizmetçileri Hafize vardır; “Hafize’nin bin bir inceliğin ortasında cılız vücudu, iş görmekten erkekleşmiş damar damar elleri, kıllanmış bacakları beliriyor, yeniden yeniden (…)” Cılızdır, elleri bulaşık kokar, mor mor damarları vardır; “Mor damarların iriliğini hatırlıyorum, tırnaklarının kirini, parmak aralarına birikmiş yağ ve sabun karışımını, nasır tutmuş avuç içi”,“Kulaklarında en kötüsünden ametistli, ayarı düşük teneke altın küpeler, kulakmemeleri cerahatlenmiş” ve saçları “evdeki hizmetçilerce eğri büğrü kesilmiş, fırça gibi saçları sirkeyle ıslatılmış”tır. Vücudu bu şatafatlı, lüks köşkte iğreti durur. Ki genelde de mutfaktadır. Yalnızca Kemal ve annesi geldiğinde Kemal’le oynaması için mutfaktan ayrılmasına izin verilir. Ancak bu bile eksiktir. Kemal’le oynarlarken arkadan biri şöyle seslenir Kemal’e; “Sokak çocuklarıyla oynama, terbiyen bozulacak.” Hafize, dışlanır. Sokak çocuğu olarak görülür. Köşkte Nezihe Hanımefendi ile Paşa tarafından da onlardan öte kendisiyle oynayan, tek arkadaşı olan Kemal tarafından bile sevilmez. Kemal içinden şöyle der bize; “Sevmezdim Hafize’yi, benim gibi tırnaklarını annesi kesmezdi, kirliydi tırnakları. Şimdi acıyorum, utanıyorum, bir daha göremeyecek olmanın üzüncü yüreğime etkiyor ağırdan. Şimdi yıllar geçti. Şimdi kötücül evler, şimdi kırbaçlanmış beslemeler. Şimdi umutsuz bir yürekle duyumsuyorum.” Hafize köşkteki her eşyaya elini süremez, şu cümlelerden anlaşılıyor ki bu ona yasaklanmış; “Hafize, kristal çiçekliklere, şekerliklere, billûr vitrinlere, Bohemya avizelerine el sürmezdi. Dantelalı giysileriyle birbirlerine selâm veren ya da oturan biblolara da.” Köşke Nezihe Hanımefendi’nin tanışları gelir; bunlar yaşlı kadınlardır. Birbirlerini “sultan, sultan” diye çağıran bu sultanlar ellerini Hafize’ye öptürmekten çekinirler. Onlar da öyküdeki eyleyenler gibi Hafize’yi dışlarlar. Hafize, Kemal’le oyunlarında onunla evcilik oynamak ister; Nezihe Hanımefendi ile Paşa’sını oynamak. Hafize bu oyunda Nezihe Hanımefendi olur; “Nezihe Hanımefendi gibi topuklu ayakkabıları üzerinde salına salına yürürdü. Yanağında tafta ben, tırnaklarının dibini kızıla boyamamış. Çorap çizgileri düzgün”. Hafize, böylece oyunda bile olsa dışlanmışlıktan, ötekileştirilmekten, aşağılanmışlıktan kurtulmak ister. Üst kimlik olarak gördüğü Hanımefendisi gibi olmak, Paşa eşi olmak ister. Çocukların oyunlarının bize söylediği şeyler vardır ve eserde anlatıcı bu oyunu Hafize’nin iç dünyasını, arzu nesnesini, edincini bize gösterebilmek için ustaca kullanmıştır. Hafize için edinç; aşağılıktan kurtulmak, bir üst kimliğe, Hanımefendiliğe yükselebilmektir. Kabul görmek, diğer eyleyenlerle eşit olmaktır. Öyküde iki ana eyleyen vardır; diğerleri yardımcı eyleyenlerdir. İki ana eyleyen anlatıcı (Kemal) ve Nezihe Hanımefendi’nin beslemesi Hafize’dir. Öykü bu iki çocuğun statüleri açısından derin bir zıtlığı içerisinde barındırır. Derin düzeyde anlatıcı bu zıtlığa dikkat çeker. Hafize gece gündüz mutfakta çalışır. Elleri bulaşık kokar. Kemal’in ise annesi hakiki lezar çantasından tülbent çıkarıp sırtına koyar. Bursa ipeklisi mendille burnunu siler. Hafize ise kırbaçlanır; “Sonra sonra Hafize’ye şaklardı kırbaç”. Buradan öyküde çocuğa şiddet unsurlarına yer verildiğini de anlıyoruz. Öyle ki bu şiddet ilerleyen sayfalarda yinelenir... Hafize, Kemal’e eve gidince ne yaptığını sorar. Kemal, evinde kitap okur, derslerine çalışır, babaannesi ona masal okur. Hafize ise mutfağı düşünür. Bu iki eyleyenin çocuk olmaları dışında ortak özellikleri bulunmaz. Diğer tüm özellikleri farklıdır. Anlatıcı bir Şeker Bayramı o gün yaşadıklarını anlatır. Bugünde yaşananlar öykünün özünü, ana izlencesini oluşturur, okurda kalıcı bir etki bırakır. Bugün de yine önceki gelişlerinde olduğu gibi Kemal ve annesi Süheyla Hanım, Asım Paşaların köşküne giderler. Önceki gidişlerinde peynirli poğaça yemişlerdir, bu sefer ise poğaçalar kıymalıdır. Sanki ortada bir suç vardır (ki bu suç az sonra ortaya çıkacaktır). Poğaçaların kıymalı oluşu, Hafize’nin uğradığı haksızlığa bir işarettir. “Nezihe Hanımefendi, “Hafize’yle oynamak ister misin Kemal” demedi. Ama bir ara, “Hafize’yi sormayın” dedi; “yanımıza yeni bir apartman yapıldı ya, Şükrü Paşaların konağı yerine, işte oraya yeni de bir gelin girdi. Damadın odasına Paşa’mın nü koleksiyonundan fotoğrafiler aşırıp at sen, sonra da balkona çık, çırılçıplak soyun. Bir dövdüm, bir dövdüm…” Nezihe Hanımefendi, Hafize’nin yokluğunun nedenini böyle anlatır ancak hakikat bu değildir. Kemal, Paşa’nın kitaplığına gönderilir içeride konuşulan konu onun yaşını aştığı için. Kemal, Nezihe Hanımefendi’nin anlattıklarını duymamış gibi Paşa’ya Hafize’nin nereye gittiğini sorar. Paşa, “Kaçtı (…) nereye gittiğini bilmiyoruz” der. Kemal, Hafize’nin neden kaçtığını sorduğunda ise; “Nezihe’nin elmas yüzüğünü çalmış hınzır kız. Hırsızlık çok ayıp bir şeydir oğlum. Nezihe söyletemedi çaldığını. Karakola gönderdik. Orda da dövmüşler. O karakoldayken biz yüzüğü bulduk. Nezihe meğerse tuvalette unutmuş. Elini yıkarken çıkarır.” der. İşin aslı bu şekildedir. Hafize işlemediği bir suçtan dolayı defalarca dövülmüştür. Besleme, hizmetçi oluşundan ötürü suçlanmış, değersiz görülüp sözüne itibar edilmemiştir. Yalnızca Nezihe Hanımefendi ve Paşa tarafından değil, karakolda da aynı muameleye maruz kalmıştır. Üstüne üstlük de suçsuz olduğu anlaşılmasın diye evden ayrılmasının nedeninin bu olduğu anlatılmaz. Nezihe Hanımefendi tarafından yukarıda belirttiğimiz iftiralar gerekçe gösterilir. Bununla da yetinmezler. Paşa övünerek sözlerine şu cümleleri de ekler; “Annesi geldi. Kızım da kızım diye tutturdu. Böyle karıları susturmasını iyi bilirim ben.” Anlatıcı bu sahneden Paşa’nın dış görünüşündeki yücelik ile sözlerindeki aşağılığı, tezadı şu cümlelerle bize hissettirir; “Kitaplığın en görünür bir yerinde soyluluk madalyaları, lejyondonör nişanları. Kadifeye dizmiş Paşa”. Sonrasında Kemal, Nezihe Hanımefendilerin oturduğu salona geçer. Nezihe Hanımefendi, hala Hafize’yi anlatmaktadır; “Bir bayramlık elbise yaptırmıştım Süheyla’cım, onu da verdim anasına. Onlarda çocuk köpek sürüsü gibi. Birine uyar, giydirirler. Sersem kız, geldiği evin kıymetini bilemedi. Nankördü ne türlü. Yediği önünde, yemediği arkasında. Kendi kızımdan farkı yoktu…” Bu sözleriyle Nezihe Hanımefendi, Hafize’yi suçlamayı sürdürmüştür. Hafize’nin annesine verdiği elbise ile onlara iyilik ettiğini söyler. Ayrıca “onlarda çocuk köpek sürüsü gibi” söylemi de bir dışlama, ötekileştirme, değersizleştirme söylemidir. Nezihe Hanımefendi ve Paşa, Hafize ve ailesini aşağılık görürler. Nezihe Hanımefendi, Hafize’yi evinin kıymetini bilmemekle suçlar ve nankör bulur. Ayrıca “Yediği önünde yemediği arkasında. Kendi kızımdan farkı yoktu” diyerek de misafirlerine olduğundan daha iyi görünmeye, haklı görünmeye çalışır. Sahtedir. Duruşu, sözleri gerçeği yansıtmaz.
Dostlukların Son Günü
Dostlukların Son GünüSelim İleri · Everest Yayınları · 2019323 okunma
·
512 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.