Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

·
Puan vermedi
Sökülsün At Gözlükleri; Yok edin İnsanın İnsana Kulluğunu
Neden bazı kitaplar çok ses getirse de dünya çapında bir klasik halini alamazlar? Neden bazı yazarlar çok övülseler de eserlerinin değeri yine de dünya çapında tanınmaları için yetersiz kalır? Elbette bunlar ve bu sorulara verilecek yanıtlar, bir hakikat iddiası taşımayacak bu incelememde. Ancak bana göre bir eser eğer dünya çapında bir eser olacaksa, evrensel bazı değerlere değinmesi gerekiyor. Bunu sağlayacak olan şeyin de daima bir felsefi bakış açısına sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. Şimdi sırayla açıklayayım ne demek istediğimi... Bildiğimiz gibi toplumların kendilerine has gelenek-görenekleri var. Bir toplumda önemsenen şey, başka bir toplumda anlaşılmaz olabiliyor. İşte bir eserin ve yazarın kendi toplumunda çok sevilmesine rağmen, dünya çapında bir yapıta dönüşmesinin önündeki engellerden biridir bu; gelenekçilik. Kendi geleneklerini eleştirememiş, aksine onları körükleyen eserler, kendilerini ülkelerinin sınırlarına hapsederler. İşte evrensellik tam da burada devreye giriyor. Olayın kişilerine değil, o kişilerdeki tüm insanlığa ait meseleleri ele almak gerekiyor. Bu meselelerin ne olduğunu bilebilmek/görebilmek için ise felsefeye dair bir bilgi birikimi gerekiyor. Sofistlerin felsefe tarihi açısından önemini öğrenmiş ve bu bilgileri içselleştirebilmiş olmak gerekiyor. Burada vurgulanan nokta şuydu: Her toplumun kendine ait doğruları vardır, dolayısıyla aslında zamandan mekandan bağımsız bir bilgi türü olarak hakikat yoktur. İnsan bir kere bunu kabul ettiğinde artık kendi toplumunda insanların hayatları pahasına inandıkları şeylerin de aslında birer hakikat olmadığını anlar ve bunu eleştirmeye başlar. Düşünmenin esasen eleştirel düşünmek olduğunu ve özellikle Nietzsche'den beri önüne gelen her şeyi yıktığını anlayacağından, kültürel-geleneğin dogmalarını ortadan kaldırarak yenilikçi bir bakış açısını kazanır. Artık toplumunda kendisine öğretilen, tüm her şeyin gerçek bilgisinin sadece kendi toplumunun sahip olduğu bilgisinin bir düzmece olduğunu bildiğinden, kendi toplumunu diğer toplumlardan daha üstün görme eğilimini kaybeder. Aslında hepimiz sıradanızdır! İşte eşitlik orada başlar; daha doğrusu insanların eşit olmadığı, her toplumun, kendisini diğer toplumlardan üstün ve dolayısıyla ayrıcalıklı zannettiğini ama bunun yanlış olduğunu ve bu yüzden de bu yanlışlığın ortadan kaldırılması gerektiğini, yani artık insanların eşitlenmesi gerektiğini düşünerek hareket eder. Böylece toplumunu eleştirir ve onlar tarafından elbette hoş karşılanmaz. Ancak değerli insanlar hala dünya kamuoyunda söz sahibidirler ve nerede olsalar birbirlerini korurlar. Belki Marx'ın dediği gibi dünyanın tüm işçileri birleşememiştir ama dünyadaki evrensel değerleri ve insanların eşitlik anlayışını savunan adaletli insanlar, hala sayısal olarak az olsalar da etkileri fazladır. Onlar sayesinde biz bugün birçok dünya klasiğine sahibiz. Ancak insan bu durumda kaç tane kayıp eser ya da kişi olduğunu düşünmeden edemiyor... Düşünsenize; Almanya refah seviyesi yüksek ve felsefeye, öğrenime değer veren bir ülke. Özellikle son bir kaç yüzyıldaki başat filozofların nereli olduklarına baktığımızda bunun karşılığını da aldıklarını söyleyebiliyoruz. Peki Almanya bu kadar fazla filozof "üretebilirken" Türkiye ya da Arabistan neden üretemiyor? Elbette eğitim düşmanları yüzünden. Onlar evrenselliği değil, gelenekçiliği, milliyetçiliği savunarak kendi aydınlarının kanatlarını ve bazen maalesef ki kafalarını kestikleri için... Sonuçta Sabahattin Ali'ler, Uğur Mumcu'lar evrensel değerleri savunanlar tarafından katledilmediler... Peki Şeker Portakalı'nı bu kadar evrensel kılan şey nedir? Elbette Zeze'nin yaramazlıkları yüzünden yediği dayaklar... Bu, tüm insanlık tarihinin ilkel eğitim yöntemidir; dayakla terbiye... Eğer bir insanlık tarihinden söz edebilirsek, bu tarihin eğitiminin başlangıcında "önce dayak vardı!" Birçok toplum bu gerici zihniyetten vazgeçeli çok oluyor ancak hala buna devam eden çağdışı toplumlar ve aileler maalesef ki var... Hatta Zeze'ninkine benzer bir olay benim de başıma gelmişti... Zeze şarkı söylemeye başlıyor: Bir yâr isterim, çırılçıplak olsun Çırılçıplak gelsin bana... Mehtap doğsun geceleyin Yârimin canım vücuduna... Bunu söylerken babası duyuyor ve Zeze'ye tokat atmaya başlıyor.... Ben de lisedeyken Norm Ender'in Eksik Etek parçasını çok beğenip ezberlemek istemiştim... Kağıda sözlerini yazıp cebime koymuştum... Annem ceplerimi karıştırmış, notu bulup okumuş ve bu ne böyle deyip ççaaaaattt! Tokatı basmıştı... Onca yıl geçti üstünden, birçok filozof okudum, ders gördüm, eğitimle ilgili kitaplar okudum, formasyon alıp bizzat kendim öğretmen oldum... Hala o gün neden tokat yediğimi anlamıyorum; ne var bunda? Ben böyle bir durumda, çocuğum olsun olmasın herhangi bir öğrencime ne tokat atarım ne de başka bir şey... Aksine merak eder sorardım, yani çok mu sevdin, neden sevdin, müzik tarzına mı sözlerine mi merakın, yoksa sen de mi bir şeyler yazmak istiyorsun vb. gibi... Sonuçta belki çok iyi bir rapçi olacaktım, konuşmadan nerden bilinebilir ki bu? Belki çok iyi bir rap bestecisi falan olacaktım? Şimdi böyle bir toplumdan, dünya çapında bir rapçi çıkabilir mi gerçekten? Sonuçta rap aslında çoğunlukla küfür içeriklidir... Ama bu saldırganlık niye? O gün de bugün olduğu gibi neden tokat yediğimi anlamamıştım ancak bugün bir şeyi anlıyorum; bu iktidarın nasıl iktidar olduğunu..! Bir muhalif olmasına rağmen, Annemin de aslında tam bir iktidar yanlısı olduğunu bugün anlayabiliyorum... Belki sandıkta oy atmıyor ama hayatın içerisinde, iktidar zihniyetine oy atıyor, ona katılıyor, hayatını ona göre yaşıyor ve bunun farkında bile değil... Nasıl mı? Bunun için eserin neden evrensel olduğunu anlatmaya devam etmem gerek... Eserin evrenselliği sadece dayakla sınırlı değil, çünkü öyle olsaydı her tarih eseri de bu kadar evrensel olurdu. Ancak hepimiz biliyoruz ki tarih yazımı da toplumdan topluma değişiyor ve her devlet, kendi resmi tarihini, kendi çıkarına göre yazabiliyor. O yüzden tek başına tarihin kendisi de evrenselliği sağlayamıyor. Öyle olsaydı, İlber Ortaylı da Yuval Noah Harari gibi dünya çapında ün sahibi olabilirdi. (Bu benzetmeden anlayacağınız üzere, Kılavuzu İlber olanın vay haline... -Buna dair Televizyon:Öldüren Eğlence'de de argümanlar var, o kitaba da inceleme yazmak için motivasyon bulursam değineceğim gene İlber'e...) Zeze sadece yaramazlık yüzünden dayak yiyen sıradan bir çocuk değil; o aynı zamanda ezilen tüm insanların iflah olmaz isyankarlığını da temsil ediyor. Bilmeyen kaldı mı bilmiyorum ama özellikle ataerkil toplumlarda devlet baba rolündedir ve bu baba zalimdir. Bu zalimliğini ise ailedeki baba figüründen alır. İşte bu yüzden babasından dayak yiyip akıllanmayan güçsüz ama meraklı Zeze, devlet zulmüne maruz kalan ezilen halkları da temsil eder. Nâzım'ı da evrensel yapan bu bilinçtir. "Çocuklarımıza nasihat" şiirinde şöyle yazar: "Hakkındır yaramazlık. Dik duvarlara tırman. yüksek ağaçlara çık." Çocuk, kendini korumaktan acizliği temsil ediyor ve zalimler, burada ortaya çıkıyor. Eğer her istediklerinin yapıldığını görürlerse, arsızlaşırlar. Hep daha fazlasını isterler. Sahipsiz ve güçsüz kalana istediklerini yapabileceklerini bildikleri için insanları birbirlerine düşürürler, bir grubu diğerlerinden ayırarak şeytanlaştırırlar. Böylece onlara yapılan her şey sanki bir hakmış gibi (ohh iyi oldu haketmişlerdi) görülür. Onlara kimse sahip çıkmaz. Ama zalim, zalimlik yaptıkça, diğerlerini de ürküttüğünü fark eder. Hızını alamaz, zamanla kimsenin kendisine ses çıkarmamasından da güç alır. Harese'deki gibi dövdükçe güçlenir, güçlendikçe döver. Boyna arsızlaşır, ezer de ezer. Peki bunu nasıl engelleriz? Bunu engellemek için şuna dair bir bilinç ve ayrım gerekir: Bir insanı ya da grubu sevmiyor olabiliriz, onlarla rekabet içinde olabiliriz, birbirimizle kavga edebiliriz. Ancak bu, onlara her şeyi yapabileceğimiz ya da başkalarının yapabileceği ya da başkalarının yapmasına göz yumabileceğimiz anlamına gelmez. Bir insanı sevmemek başka şey, ona zulmedilmesi başka... Bu hayatın, uğruna bu kadar zalimlik etmeye değmeyeceğini ve zalimlerin olduğu toplumların ve dünyanın yaşanmaz bir hal alacağını unutmamamız gerekir. Buna dair Hobbes'u da anmak gerekir hatta... Homo homini lupus (insan, insanın kurdudur) sözünü herkes bilir. Ancak Hobbes'un bunu neden söylediği hep göz ardı eder. Basitçe anlaşılan her, herkesin birbirinin kuyusunu kazdığıdır. Oysa bu haliyle sözü anlamak çok yanlıştır. Hobbes'un bu sözü söylemesinin nedeni ve buradan çıkardığı anlam çok başkadır. Hobbes'a göre insanlar doğal durumda eşittirler. Ancak bu eşitlik zekada, bilek kuvvetinde ya da haklarda eşitlik değil; birbirini öldürme potansiyelindeki eşitliktir. Hobbes açısından Mike Tyson ile Yürüyen Cinsellik arasında birbirlerini öldürebilmek açısından ihtimaller tamamen eşittir ve insanlar bu ihtimallerini kullanmaya çok isteklidirler. Herkesin birbirini öldürmeye çalıştığı ve hiçbir şeyin, herhangi birini ölüm karşısında koruyamadığı böyle bir durumda hayat yaşanamaz hal alır. Bu yüzden insanlar biraraya gelirler ve birbirlerine karşı bu kabiliyetlerini kullanmamaya dair söz verirler. Aslında bugünkü devletin temeli de budur. Bazıları sözünde durmayarak suç işlerler ve diğerleri ise onlar yüzünden sözünü çiğnemek istemezler; ezilirler de ezilirler... Zalimler ve yandaşları ezebildikleri sürece kârlı da çıkacakları için de asla ezilenleri anlamak istemezler. Bu da onları "insanlık"tan uzaklaştırır. Kendi kendilerini över, kendi kendilerini alkışlarlar. Dünyanın evrensel değerlerine yabancı barbar sürüleridirler. Beğenip göğe çıkardıkları, başarılı ilan ettikleri de barbarlığını en ustalıkla sergilediği halde en iyi şekilde gizlemeyi başarmış olanlardır işte... Bu yüzden adaletsizlik yapma düşüncesine kapıldığınız her an kendinize Hobbes'u hatırlatın... Karşı karşıya gelen kişiler de olsa, toplumlar da olsa, birbirlerini yok etme kabiliyetlerinin eşit olduğunu asla unutmamak gerekir. Ayrıca alimlerin, filozofların ezilmesi bir marifet; bu kişilerin toplumu eleştirileri ise düşmanlık sayılmamalı. Çünkü alimin ve filozofun en büyük düşmanlığı, hatalarınız karşısında sessiz kalmasıdır. Siz uçurumdan aşağı düşecekken size bağıranlardan değil, sizi alkışlayanlardan korkun... Ve unutmayın; Zeze'nin büyüyünce öldürerek intikam almak istediği kişinin kendisine iyi davranmasıyla nasıl bu tutumundan vazgeçtiğini; unutmayın sakın Zeze'nin kendisini dövenlere karşı nasıl daha inatçı ama kendisine saygı duyan Öğretmenine karşı ne kadar saygılı olduğunu ve ona layık olmaya çalıştığını... O yüzden bırakın nefreti de zulmü de... Çünkü "şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor." Söyleyecek daha çok şeyim vardı ama çok uzattım lafı... Hatasız kul olmayacağına göre ve bir toplum da kullardan oluştuğuna göre hatasız toplum da olmamalı değil mi? Peki nedir toplumunuzun hataları? bir düşünün bakalım... Keyifli Okumalar...
Şeker Portakalı
Şeker PortakalıJosé Mauro de Vasconcelos · Can Yayınları · 2022231,2bin okunma
··
1.142 görüntüleme
Elif okurunun profil resmi
Çok sarstı, inceden ne de güzel değinmişsin görünüşte birbirinden bağımsız fakat birbirini doğuran şeylere. Kalemine sağlık.👏😊
Göksel ONAY okurunun profil resmi
Evet, okurken kendimle benzerlikler görünce ben de çok şaşırıp etkilendim... Teşekkür ederim 😊
Göksel ONAY okurunun profil resmi
Norm Ender parçası için bkz..: Sınıf ayrımı yapanı da bize gönder kıçına dübel çaksın Erman-Ender... m.youtube.com/watch?v=huKedzd...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.