Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

68 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
1 saatte okudu
Kitaba ismini veren Ses hikayesi, anlayacağımız üzere bir sesin üzerine kurulu. Ben her nedense bu sesi gaipten gelen, gizem dolu bir ses olarak tahayyül etmiştim. Ancak ses gayet somut bir varlığa ait, Sivaslı Ali'nin sesiymiş. İki arkadaş Beyşehir'den Konya'ya doğru yol alırken, bindikleri kamyon arızalanır ve bir müddet beklemeye mecbur kalırlar. Bekleye bekleye ay ışığı, yolu ve tarlaları aydınlatmıştır bile. İkisi kendi zihin âlemlerinde kaybolmuşken, az ötede amelelerin bulunduğu çadırların ordan bir ses yükselir. Her bir mısra kendi gönlünden dökülen bir halk şairiymiş bu yirmi iki yaşındaki genç. Ali'nin sesini şöyle anlatmış o iki arkadaştan biri: "Ömrümde bu kadar gür, tatlı bir erkek sesi dinlememiştim. Bir insan gırtlağından bu kadar manalı ve sarıcı seslerin nasıl çıkabildiğine hayret ediyordum." Ali'nin adresini alıp Ankara'ya çağırırlar, yol parasını belediye karşılamıştır. Büyük bir binaya, gösterişli insanların bulunduğu bu yer Ali'de adı konulamayan duygular uyandırmıştır. Bunu yazar bile tasvir edemez. Sahneye çıkar, sazını çalıp söylemeye başlar. Üstün bir gayret sarf etmesine karşın, o ılık ilkbahar akşamındaki sesine kavuşamaz. "Ben o odada bir türlü sesimi bulamadım!" der ve iki arkadaşın mahçup bakışlarını ardında bırakıp çıkar gider. Ben bu 12 sayfadan oluşan hikayeceği çok sevdim, umarım siz de keyifle okursunuz. Ait olduğumuz yeri bir an önce bulup asla bırakmamak ümidiyle. Diğer bir hikayemiz: Köpek On sekizinde genç bir çobanın, Konya'nın yaz yağışlarıyla yeşeren bozkırlarında iki köpeğiyle tiftik keçilerini otlatırken gelişiyor olaylar. Öyle sakin sessiz bir biçimde ağasının vereceği parayı, annesini, geçim kaygısı gibi şeyleri düşünüyordu. Lüksçe bir arabanın koca bir toz bulutu kaldırarak gelip yolun kenarında durmasına kadar... Amerika'da eğitim gören mühendis, nişanlısı ve kaynanasıdır arabadaki önemli (!) şahsiyetler. Çobanı yanlarına çağırırlar. Aralarında iki çift laf konuşup ayrılırlar. Mühendis hiddetli, çobansa şaşkın ve müteessir bir hâle bürünür bu lakırdıdan sonra. Olağanca öfkesiyle arabayı sürerken, silahını çıkardığı gibi arabanın yanı sıra koşan köpeklerden birinin ağzına ateş eder. Bir anda hedef değiştirip silahı çobana doğru çevirebilirdi de... Burdan görüyoruz ki eğitimin yanında ahlak ve özbenliğini hatırlama mühim meselelermiş. Tiftik keçilerinin sayfalar boyunca tüm gürültülere rağmen başlarını kaldırmayıp köpeğin bir anda hareketsiz kaldığını görünce zavallının başına üsüşmeleri, çok manidar geldi. İlle de birilerinin ölmesi mi lazım, harekete geçmek için? Birilerini önemsemek, değer vermek bu kadar zor olmamalı. Bir taraf en manasız şeyde bile derhal hiddetlenebilirken, bir taraf 'acaba incittim mi, bilmeden kırdım mı onu?' diye düşünüyorsa bilin ki sesini çıkartacak olamayanların da elbet bir sesi olacaktır. Öykü zaten kısacıktı, buna karşın fazlaca duygu yüklemesi vardı. Son satırları okurken gözlerim doldu, tüm hıncımı siyah puntolu beyaz kağıda akıttım. Bir kitap sayfasına doldurabilecek türden acılara sahip olalım hep. Sıcak Su İnsanın ne derece düşebildiğini gözler önüne seren bir olay. Savunmasız bir kadına hayatının en ızdıraplı anlarını yaşatan iki candarma. Teslimiyet ya da korkudan dolayı sessizce yitip giden bir kadın. Mehtaplı Bir Gece Sonuncuyu henüz okumadım lakin dördü arasında en bir içime işleyen bu hikaye oldu. Verem midir, ne tür illetse artık, hastalığa yakalanıp ölmek üzere olan bir gencin son vakitlerine tanıklık ediyoruz. Küçük yaşta gurbete gidip memleketinin, annesinin yüzünü yıllar boyu görmemiştir. Hastalığı ciddi bir boyut kazanınca işinden kovulup sokaklara düşmüştür. Üç gündür boğazından bir tek lokma geçmemiş iken hayatına dahil oluyoruz. Karnı artık açlığı kabullenmiş, zihni imdat çığlıklarından vazgeçmiş bir halde buluyoruz onu. Çimenlere kendini attığı sırada yanına bir kadın yanaşıyor, ayın tüm güzelliğiyle etrafı donattığı sırada bile "çiçekbozuğu" diyerek tabir ettiği bir kadın. Kadının amacı farklı olsa da, yerde yatanın hasta olduğunu fark ettiği gibi, adamın koluna girip yıkık dökük harabesine götürmesi bir oluyor. Güzelliğin aldatıcı bir yanılsama olduğunu, o gencin gözleriyle baktığımda bir kez daha anladım. "Hiç tanımadığı, ne olduğunu, kim olduğunu bilmediği bir insanın üzerine eğilerek böyle perişan, böyle acı gözyaşları dökebilen bu kadın ona harikulade bir mahluk gibi görünüyordu." Köstence Güzellik Kraliçesi (Köstence, Romanya'da bir kent.) Büyük şehrin boğuculuğuna dayanamayıp kendini bir gazinoya atan macera ruhlu bir adam, orada hiç tanışmak istemediği bir hikayeyle burun buruna gelir. Bu bunaltıcı gecede, zihne takılan sisli düşüncelere ek olarak, vuslata ermeyen bir aşk, tadından yenmez değil mi? Gravila ve Marina'nın hikayesiyle baş başa bırakmak istiyorum sizleri. 6 yıldır oradan oraya sürüklenen iki insanın el ele diz dize olup nasıl bir araya gelemediğinin hikayesi. Hepsini keyifle okudum. Gerçekten ruhuma işlediğini hissetiğim, her telden beş hayata misafir oldum. Yazarın diğer öykü kitabı Değirmen'de aynı duyguları yaşamamıştım. Hikayeler soğuk ve uzak gelmişti. Hele bir hikaye vardı ki -hâlâ hatrımda- buram buram kasvet kokuyordu. Bu sebepten Ses kitaplığımda birkaç aydır bekliyor, ufacık hacme sahip olması bile bu, önyargımın önüne geçemedi. Fakat iyi ki daha fazla bekletmeyip okumuşum. İlk 4 hikayede Anadolu insanının ve büyük şehirde sürünmeye mahkum amelelerin yaşamları konu edinilmişken, son hikaye kent yaşamının boğuculuğu üzerindeydi. Bu sene Sabahattin Ali'yi toplumcu gerçekçi yazar kimliğinde görmüştük edebiyat dersinde. Konuya dair bir pekiştirme oldu. Tatilde ders nâmına hiçbir şey yapmadığım için bu kitabı okuyup Sabahattin Ali'yi biraz olsun anlamaya çalışmak, içime bir gıdım su döktü, yanan vicdanımı rahatlattı. Keyifli okumalar.
Ses
SesSabahattin Ali · İş Bankası Kültür Yayınları · 20205,9bin okunma
·
849 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.