Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

272 syf.
·
Puan vermedi
Asya’nın Esintisi
İsmail Gaspıralı 'nın dilde, fikirde, işte birlik ilkesini bizlere yeniden öğretir, yeniden hatırlatır Bakiler. Öncelikle babasının vasiyetine uyarak, O'na ve dedelerine bir rahmet vesilesi olması dileği ile çıktığı bu yolda aynı zamanda bizlere de birçok şey öğretir. Sönmeye yüz tutmuş kalplerimizi “Semerkant nakışlı, Buhara bakışlı” yerli kilimler ve halılar gibi dokuyor, basirete bürünmüş gözlerdeki perdeyi kaldırır. Hasret kapımızdan Asya’nın esintisini bizlerle buluşturuyor ve soydaşlarımızın acısına, yürek yangınına bir dost omuzu olduğumuzu, olmamız gerektiğini bizlere coşku ile hatırlatır. Soydaşlarımızı bilmeden, sevmeden, nasıl dilde, fikirde, sanatta, edebiyatta, işte birlik kurabiliriz, büyük kültür dünyamıza nasıl yaklaşabilir, nasıl yaşayabiliriz? Soruları temelinde gelişen bu kitap bize şu cevabı seyahat aracılığıyla, tasavvufi şükrün inceliği ile sunar. “Yeryüzünde siyasi istiklallerini kaybeden milletlerin, kültürlerine sımsıkı sahip çıktıkları takdirde (bin yıl-iki bin yıl sonra bile olsa) yeniden derlenip toparlandıkları, bağımsızlıklarına kavuştukları görülmüştür de iktisadi imkânlarının zenginliğine rağmen kültürlerini kaybeden milletlerin, siyasi istiklallerini korudukları görülmemiştir.” Cevabının yankısı ile Türkistan Türkistan bizlere birlik çağrısı, fermanı olur. Annesinin Azerbaycan topraklarından gelen hikâyeleri, türküleri, ezgileri ile büyüyen ve babasının vasiyeti üzerine şekillenen Türkistan Türkistan kitabı bizi seyyah yaparken Kafdağı’nın ardındaki soydaşlarımızı da bize ana, baba, bacı, gardaş yapıyor. Türkistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan sevgisi adeta avuçlarımızın içindeki sayfalarda, gönlü gubartan hasret türküsü, gönül mayası, ufukları süsleyen fikir oluyor. Seyyah olduğumuz bu kitapta maviliğe bulanıyoruz. Şairane bir dili benimseyen Bakiler aynı zamanda betimlemeleri ile bize Asya’nın mavisine, Türkistan’ın bahçelerine, Azerbaycan’ın topraklarının kokusuna hasret bırakan gurbeti yaşatıyor. “Taşkent’in, Semerkant’ın, Buhara‘nın ve Bakü’nün mübarek toprağına, bir kardeş bahçesine, bir baba ocağına yatar gibi” uzanıyoruz. Sonra usulca dönüp toprağımızı öpüyoruz. Şükrümüz, sevincimiz, huzurumuz, Türkistan ve Azerbaycan ufuklarından taşacak kadar büyüyor . Bu vuslatın yüreğimize ve gözlerimize nakışladığı nur, bizi ebediyen aydınlatan göz nurumuz, kandilimiz ve ufkumuz oluyor. Öncelikle karakterler aracılığıyla giriyoruz satırlara, topraklarımıza. Vatanından koparılan Uygur nine, Canbullu Cuma Efendi ve daha nice gönlü samimi sevgiyle dolu, gözü yaşlı mazlum soydaşlarımız bize ana ocağı gibi evlerinin kapılarını açıyor , yürekleriyle bizleri eşikte karşılıyor. Müellif bizlere dışarıdan nesnel bir bakış ve de kültürel öznelliklerin anlaşılması için içeriden katılımcı bir bakış sunuyor. Karakterler aracılığıyla toplumu bütüncül bir gözle görüyor ve toplumsal unsurlarla yeniden bir uygarlığın parçası oluyoruz. Parçadan unsurla bütünü genelliyor . Unutulan kültür parçalarını yeniden hatırlıyoruz. Yüreklerde ata topraklarımızdaki soydaşlarımızın yaşadıkları sıkıntılar, çektikleri acılar, mücadeleler, özlemler yankılanıyor. Aynı zamanda “Taşkent'te, Semerkant'ta, Buhâra'da yıktırılan, muhteşem mimarili, nakışlı camilerin, türbelerin, tarihî yapıların eski ihtişamlı günlerinden sonra, şimdi ise Rus elinde yıkılan geleceğimiz” gençlerimiz ve görklü geçmişimizin de unutulduğu ve sahip çıkılmadığı takdirde virane olması ve terk edilmesi telaşı sarıyor. Sanıyorum ki yürek yangınımız birlik sevdasına büründüğü takdirde yolumuzun meşalesi, kandili olabilir ancak. “Büyük Rusya” idealinin altın anahtarı olan Marksizm’i, Sovyetlerin en başarılı silahı -sanat- aracılığıyla sunulduğunu belirtiyor Bakiler. Marksizm’in iyi niyetler idealler temelinde masumane sahneleniyor oluşuna ve büyüsüne kapılan milyonların hayranlıkla seyircisi ve zamanla da oyuncusu olduğuna değinen Bakiler, hüzünle bahsediyor bu hayal kırıklığından. Sovyetlerin sanata ve sanatçıya verdiği değeri, kıymeti imrenerek görüyor ve hayrete düşüyoruz. Hatta bu sanat camiasına verilen değeri Taşkent tiyatro rehberi aracılığı ile de gözler önüne seriyor. “Bizde tiyatroya çok önem verilir. Biz, II Dünya Savaşı'nda bile, tiyatrolarımızı kapatmadık. Hatta hem cephede savaşıyor hem de cephe gerisinde tiyatro binalarımızı yapıyorduk. İşte bu gördüğünüz bina da, o savaş yıllarında tamamlandı. Tiyatroyu, sinemayı, baleyi, edebiyatı, cemiyetimizden alırsanız, biz boş bir elbiseye benzeriz. Biz sanata çok önem veririz.” “Sanatçılar, Sovyetler’de adeta yeni bir sınıf meydana getirmişlerdir! Ülkede en rahat yaşayanlar, en güzel evlerde oturanlar, en çok seyahat edenler ve dünyanın çeşitli devletlerinde Sovyetler’in gurur bayrağını gönüllerde dalgalandıranlar onlardır!..” sanatçıya çok önem verildiğini belirten Bakiler, sonrasında bu verilen değerin sebebini bize açıklar. Elbette ki bu el üstünde olmalarının sebebi; sanatın, kayıtsız şartsız devletin emrinde ve rejim için var oluşu! Rejim, yani Marksist iktidar, “devletin kuvvetini” “iç ve dış düşmanların ihanetini” “faşizmin dehşetini” “liderlerin bitmez tükenmez himmetini” “Komünist Partisi'nin (misilsiz) değerlerini…” Sanatın ve sanatçının yardımıyla, halkı manipüle etme amacı, siyaset aracı olarak sanatın ve sanatçının sömürüldüğünü, Rus siyasetinin çok akıllıca ve sinsice yürütüldüğünü gözlemliyor. Ebetteki böyle bir politika yürütüldüğü için hiç kimse Rusları suçlayamaz. Büyük ideali olan, büyük devlet politikası ile dünya sahnesine çıkan Ruslardan başka bir tavır beklemek de mümkün değildir. Sayfalar ilerledikçe Marksizm’in etkisinde ve büyüsünde kalan bizlerin, Asya’nın bozkırında da olsa Türkiye’de de olsa ne kadar birbirimize benzediğimizi görüyoruz. Hatta tarihi ve kültürümüzü bütün değerleri reddetme gafleti ve Rus kültürü karşısında, anlatılmaz bir büyü ile başlayan serüvenimizin, içi boş Marksizm fanatikliğine dönüştüğü dönemlerinin sonucunu acı bir şekilde yaşadık ve gördük. Marksizm’in vaatlerine duyulan muhabbet 70’li yılların fırtınasında tez ayrılıklar getirdi ne yazık ki! -Bozkırın İnsanlık Türküsü- Asya’nın uçsuz bucaksız göğü altında, yankılanmaya başlayan “şahsiyet ve haysiyet gergefimiz gönül bahçemiz” dilimiz ve dilimizin çiçek açması, allı pullu türkülerimizin aşındırdığı bu memleketlerde, şah damarımız, onurumuz gururumuzun temsili -dilimiz- Heidegger ’in değişiyle vazgeçilmez yuvamız, dünyamız, âlemimiz, oluyor. Bu âlemin derinliğine dalınca da “hiç ordusu olmadığı halde Türkleri tek millet haline getiren Ali Şir Nevai ’nin gülleri güneşler gibi olan bahçelere dalıyoruz. Acımızın, sevincimizin aynı dilin gölgesinde yeşerdiği soydaşlarımızı, topraklarımızı ziyaret ediyoruz. Yavuz Bülent Bakiler’in boy aynamız, vekarımız, şah damarımız atalarımıza, rahmet vesilesi olması dileği ile çıktığı bu yolda güçlü ve estetik kalemiyle birçok gönüllerde yeni filizler, heyecanlar ve hasretler yeşertiyor. Dağı, toprağı, yeri, göğü, dilimizi türkümüzü ağıdımızı nakışladığımız, Altaylardan Tuna’ya uzanan memleketleri gezdiğimiz bu yolculukta, Türk İslam sanatlarımıza, şiirlerimize, türkülerimize, Türkçemize ve köklerimize ait daha birçok bilgi ile karşı karşıya kalıyoruz. “İçimizde seyahat ve anıların büyük merakının kırk ayrı kapısı” bizlere açılıyor. Her yaşa hitap eden esneklikte ve şiirlerinin gölgesini nesirlerinin üzerinde gezdirdiği büyüleyici, kalp yumuşatan açık ve net bir dili vardır. Sonlara doğru, söze düğüm vurma vakti geldiği zaman Bakiler’in ve Türk ülkelerinin seyyahlığını yapan diğer yazarlarımızın ortak bir iç çekişini, serzenişini duyuyoruz. Yazılmayan gerçeklere ve yazamadıklarının yazdıklarından çok oluşunun sitemlerine kulak veriyoruz. Bu iç çekişlerin, yeni bir soluğa dönüşmesi ve daha çok okumamız, gezip görmemiz ve tanıyıp anlamamız dileğiyle. İncelememde
Gökçen.
Gökçen.
'nin de incelemesi bana ışık oldu. #66261835
Türkistan Türkistan
Türkistan TürkistanYavuz Bülent Bakiler · Yakın Plan Yayınları · 2018435 okunma
··
281 görüntüleme
SELENYA okurunun profil resmi
YAVUZ BÜLENT BAKİLER Yavuz Bülent Bakiler, 23 Nisan 1936 Sivas doğumlu, Türk şair ve yazardır. Aslen Azerbaycanlı olan Yavuz Bülent Bâkiler, dedeleri Azerbaycan’ın Karabağ kentinden Sivas'a göçmüş bir ailede doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Sivas, Gaziantep ve Malatya'da, üniversiteyi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okumuştur. Mezun olduktan kısa bir süre sonra Yeni İstanbul gazetesinde çalışmıştır ardından TRT Ankara Radyosunda çeşitli kültür programları hazırlayıp sunmuştur. Bir süre Sivas’ta avukatlık yaptıktan sonra siyasetle de ilgilenmiştir. Belli bir süre Adalet Partisi'nin bünyesinde yer almıştır. En çok edebiyat dünyasında ismini duyup şiirleri ve yazıları ile tanıdığımız Yavuz Bülent Bakiler, hisar dergisi şairleri arasında yerini almıştır. Sanat eserinin milli bir karakter taşıması gerektiğini, bir milletin edebiyatı o milletin ruhunu, mizacını ve özelliklerini yansıttığını destekleyen bir kalemi vardır. Sanatçının eskiyi tekrar etmeyen fakat eskiden güç ve destek alan güçlü ve estetik bir yazı üslubu vardır. Dedelerinin Azerbaycan'dan Osmanlı'ya geliş süreçlerini ve II. Dünya Savaşının en şiddetli günlerine denk gelen çocukluğunu anlatarak, yaşadığı acıları şiirinde ve yazılarında ne ölçüde yansıttığını görebildiğimiz, kökleri ve kültürü ile dimdik duran nadide şahsiyetlerimizdendir. “Bilmeye ve sevmeye, bilerek ve severek yaşamaya su kadar, ekmek kadar ihtiyacımız” olduğunu Asya’nın esintisi, Anadolu’nun merhametli topraklarının kokusunu bizlere şiirleri ve yazıları ile yaşatmıştır. Geleneksel şiirimizi kendi özünün mayasında harmanlamış, kendisine has tarzıyla gün yüzüne çıkarmıştır. Nesri ise şiir gibi ince ince işlemiş ve canlı betimlemeleri ile okuru büyülemiştir. Sade ve rahat bir dili, aydınlık bir üslubu vardır. Her zaman milli ve manevi değerlere bağlı kalmayı kendine gaye edinmiştir. -Selenay Ş.-
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.