Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

312 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
En son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Keşke Carlo Levi’nin diğer kitapları da çevrilse. İsa Bu Köye Uğramadı çok farklı şekillerde okunabilecek bir kitap: roman, anı, antropolojik/sosyolojik gözlem veya politik tahlil. Bana göre bu kitabı en iyi tarifleyen şey tarihsel bir etnografik saha çalışması. Faşizmin Güney İtalya’ya sürdüğü bir doktorun, yani Levi’nin kendisinin, Basilicata’daki köy ve kasabalardaki günlerini çok iyi gözlemlerle anlatıyor. Başlamadan söylemeli, İtalya’nın bir “güney sorunu” var. Bu “güney” kavramsal olarak bizdeki “doğu”ya benziyor. Türkiye’deki doğu nasıl haritanın sadece sağ tarafını göstermiyorsa, İtalya’daki güney de sadece çizmenin tabanını göstermez. Geri kalmışlığın, yer yer yozluğun, sorun kaynağının ifadesidir buradaki doğu, oradaki güney. Benzeştiriyorum çünkü kaderleri gerçekten de benzerdir. İkisi de sürgün yeridir, ikisi de çözülmesi gereken bir meseledir. İsa’nın uğramadığı köyün adı Gagliano'dur. Bölge fakirlikten, Yaşar Kemal’in Çukurovasını aratmayan sıtmadan, bitmek bilmez yozlaşmışlıktan, umutsuzluktan ve de umursamazlıktan kırılan bir bölge. Levi’nin sürgün yaşamında köylüler arasında siyasi çalışma yapma gibi bir hedefi yoktur ama karşılaştıkları onu düşündürür, yazdırır, kendiyle hesaplaşır. Bir izin zamanı kuzeydeki memleketine gidip arkadaşlarına rastlayınca, onların konforlu yerlerinden güney hakkında atıp tutmalarına sinirlenir. Gel de benzetme! Buradaki “doğu sorunu” hakkında senelerce söylenen şeyleri düşünün. Hayır toprak sorunudur, hayır geri kalmışlık sorunudur, yarı-sömürgedir, Kürt sorunudur, güvenlik sorunudur, hayır terör sorunudur… “Doğu sorunu” yüzünden koca koca siyasi yapılarda bu yüzden ayrışmalar yaşanmış hatta çatışmalara neden olmuştur bu polemikler. İtalya’da da aynı şeyler konuşulur: güneyin halkı hala feodalizmi yaşamaktadır, eğitimsizdir, cahillik ve bağnazlık kol kola gider, çözüm hızlı kapitalistleşme ve ülkeyle derhal bütünleşmedir, farklı bir kültürdür – zaten Garibaldi öncesi ayrı bir devlet değil miydi, tek çözüm devrimdir çünkü kolektivite tüm dertlere devadır… İstanbul’dan, Ankara’dan veya Milano’dan, Roma’dan siyaseten çok doğru şeyler söylemek elbette mümkün ama bir gidip görmek, duymak dinlemek, yaşamak gerekir. Levi’nin bahtına oraya gitmek zorundadır, görüp aktarır, kitabını değerli kılan şey de budur. Mesela Güney İtalya’nın asıl sorunu mülkiyet sorunu değildir, çünkü ektiği tarla kendisinin de olsa yarıcı da olsa, ağanın marabası da olsa köylü aynı fakirliğe mahkûmdur; dinsel bağnazlık sorunu değildir çünkü güneyin insanına Hristiyan bile denmez, kendi pagan inançlarıyla yaşar, dinin öyle hayati bir yeri yoktur hayatlarında; siyasi bilinç eksikliği de değildir sorun, Levi'nin neden sürgün olduğunu kimse sormaz ama “Roma’yla ters düştüyse herhalde iyi bir şey yapmıştır” diye düşünürler; faşizme karşın hala tek millete dâhil olamamak da değildir sorun çünkü güneyin halkının kuzeyin halkıyla birleşmek gibi ne bir tahayyülü vardır ne de buna bir itirazı, keza kuzey de zaten umursamaz buraları. ‘Asıl sorun’ yoktur, ama bunların hepsi bir ‘sorun’dur. O nedenle tek bir siyasi doğru cevap yoktur. Köylülere ve yaşamlarına karşı çok çarpıcı gözlemler içeriyor bu kitap. Batıl inanç ve töre açmazı, köylü çaresizliği, aşağılanmışlık, bananeci yaşam, gücümü bırakmamcı toprak ağaları, cebime bakarımcı devlet görevlileri, yandaş aristokrasi paçavraları… Levi bunları anlatırken köylünün boyun eğmişliğine onları yargılayarak bakmıyor, onları bu hale getiren durumun arka planına bakıyor. Bu da kitabı siyasi bir çalışma olarak okuma olanağı sunuyor. Ama yine de düz, kör gözüm parmağına siyasi bir metin değil bu. Levi kitapta düşünce ve duygularını leziz cümlelerle roman formunda ortaya koyar; politik doğruculuktan sakınır. Önemlidir, köylüleri inançları veya yaşamları yüzünden asla yargılamaz, empatiktir, hatta sempati ile bakar; yine de köylü güzellemesine, kırsal yaşam idealleştirmesine düşmez. Devlet konusu, dönemin faşizm dönemi olması nedeniyle, başat konudur. Çok eleştireldir. Ama cesur bir adım daha atmaktan maalesef imtina eder, “iyi, adil, eşitlikçi ve özgürlükçü devlet” savunusunda kalır. Buraya kadar bu kitabı neden tarihsel antropoloji ve sosyoloji kapsamında değerlendirdiğimi, siyasi bir metin olarak okunabileceğini anlattım. Kuru olduysa bu benim kusurum. Kitap güzel bir roman –otobiyografik roman. İster bir İtalyan kasabasının kendi halindeki yaşantısı olarak okunsun, isterse pastoral bir metin olarak, yine de keyif alacaksınız. Ha sonra ne olmuş? Levi faşizmin yenilgisi ve dünya savaşı sonrası dönemde Komünist Parti’den meclise girmiş. Yazarlığa, ressamlığa devam etmiş, doktorluğunu duymadım. Çokça yazmış. Ölünce de beni Agliano’ya gömün demiş. Kitapta anlattığı köye. Günümüzde köy kıraç tepelerin arasında yine kendi halinde. Levi’nin kaldığı ev de artık küçük bir müze. Köylü yine fakir (İtalya’nın fakiri elbet!) ama en azından artık sıtma yok. Şimdi isterseniz, köyün fotoğraflarını googlelayıp o taş binaların arasında, küçük kiliseye nazır köy meydanında harika İtalyan şarapları içme hayalleri kurabilirsiniz. Arka plandaki çatışmaları, sömürüyü, ikiyüzlülüğü es geçip İtalyan köy yaşamını idealleştirmeye devam edebilirsiniz. İsterseniz. Bence siz yine de bu kadarıyla yetinmeyin…
İsa Bu Köye Uğramadı
İsa Bu Köye UğramadıCarlo Levi · Aylak Adam Yayınları · 2021196 okunma
·
1.463 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.