Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

288 syf.
9/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Bu yazı aslında bir inceleme değildir.
Soğuk bir yazı olacak, daha ilk cümleden belirtmek isterim. Kitabı okuduktan sonra sıcağı sıcağına yazsaydım, çok daha soğuk bir yazı olabilirdi, olacaktı da. Lâkin birtakım cenaze durumları ve lokanta işlerinden bir türlü fırsat bulamadım. Fırsat bulduğum ilk gün yani bugün, fakültemin açıldığı bugün yazmak istedim. Kitabı daha önce görmüştüm ama kitap ya da yazar hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Kitabı da öyle bile isteye almadım. Kitabı alış hikayem bile ironik. Bildiğiniz üzere Virginia Woolf'un Bir Yazarın Günlüğü kitabının İş Bankası Kültür Yayınları baskısı artık yok. Bir arkadaşın hatırlatması üzerine aramaya koyuldum. Bir sitede denk geldim. Kitabı 200 liradan aşağı satan yoktu. Hatta bana hatırlatan arkadaşım 425 liraya aldığını söylemişti. Ben de bir ilanda kitabın fiyatının 20 lira olduğunu görünce direkt satıcıya mesaj yazdım. Orijinal olduğuna emin olunca, sadece bir kitap almış olmayayım ve başkası ilandaki diğer kitapları da alırsa bana satmaz diye hanımefendinin elindeki tüm kitapları aldım. Bu kitap da o ilanın içindeki kitaplardan birisiydi. Bu kitabın ismi de biraz alt yaş kategorisi kitaplarına benzediği için kız kardeşime veririm diye düşünüyordum. Ama okuduktan sonra vazgeçtim. Bu kitabı 13 yaşındaki kız kardeşime okutursam biraz garip bir ruh haline bürünebilir, zaten tam da ergenliğe giriş evreleri. Bana evde hizmet yapacak, çayımı kahvemi getirecek birisi kalmaz sonra. Bu arada o hanımefendi baskının durduğunu ve kitabın değerinin bu kadar düşük olduğunu zannımca bilmiyordu. Sonrasında o hanımefendi ile arkadaş oldum, bir gün onu mutlu ettiğimde bunu açıklayacağım ona. Sanırım Kayserili olma durumumdan dolayı ticarette hünerimi konuşturup onu alt ettim :D Velhasıl kelam, kitaplığımda okumadığım 4-5 kitap vardı. Kayseri de okuyacağım kitap satılmıyor maalesef, burası mahrumiyet bölgesi. Satılan kitaplar sadece popüler kitaplar, onları da okumuştum. Tutunamayanlar'ı bilerek okumuyordum, diğer 3-4 kitap içersinde karasız kaldım. Ben de mecbur bu kitaba başladım. Hiçbir kitabı yazarı hakkında bilgi sahibi olmadan okumam, yazara baktım. 16 yaşında Lösemi hastalığından dünyadan göç etmiş minicik bir kız.. Aga ne oluyor dedim kendi kendime. Sonra biraz daha araştırma yaptım. O zamanlar bayağı gündemdeymiş, o zamanki gazete başlıklarından bunu anladım. O zamanlar sosyal medya olsaydı, Burçak'ı sadece kitabını okuyanlar değil, hemen hemen hepimiz biliyor olurduk. Ondan sonra kitabın kapağını daha ayrıntılı inceledim, 16 yaşındaki kız ne yazmış olabilir ki dedim kendi kendime. Günlük türünde bir kitap olduğunu gördüm, içersinde kaç tane de mektup var. Buna şaşırmadım aslında. Böyle olduğu için daha çok ilgi duydum kitaba. Çünkü kanaatimce bir kişiyi en yakından anlamanın yolu günlüklerini ve mektuplarını okumaktır. 5 Oğuz Atay kitabı okuyup yazar hakkında pek bilgi sahibi olamayabilirsiniz ama hiçbir kitabını okumadan onun günlüklerini okursanız, onun hakkında pek çok bilgiye sahip olursunuz. Aynı şekilde Franz Kafka ve Sabahattin Ali'nin mektup türündeki kitapları için de geçerlidir. Okurken kitaplardaki yazar ile okuyucu arasındaki perdenin çekildiği görürüz. Burçak'ı da direkt perdesiz şekilde görüp okumaya başladım. 12 yaşında yazmaya başlamış, taa ki 16 yaşına yani ölene kadar.. Her cümlede hayretler içerisinde kalıyordum okurken. Özellikle ilk başlarda "aga ne oluyor aga" diyip duruyordum kendime. "Yavrum yaşın kaç senin?" cümlesi kitabı okurken ağzımdan en az 1905 kere çıkmıştır. Bu biraz Sezen Aksu'nun Kaçın Kurası'ndaki "Yavrum baban nereli" kısmına benzedi. :D Böyle böyle devam edince bir süre sonra sanki 40 yaşındaki Tezer Özlü'nün 13-14 yaşındaki versiyonunu okuyormuş gibi hissettim. Hatta bazı kısımlar var ki insan inanamıyor, bu kız gerçekten de kendi mi yazmış bunları diye sorguluyor. Şahsen ben bir ara bunu Burçak değil, annesi yazmıştır diye düşündüğüm bile olmuştu. Sonra aradaki ayrımı fark ettim. 1979 doğumluydu Burçak. Yaşasaydı benim annemden 2 yaş büyük olmuş olacaktı. Benim annem 19 yaşındayken beni doğurmuştu. Şimdi 19 yaşındaki kişiler üniversiteye yeni hazırlanıyor. Sonrasındaki hazırlık ile beraber 5 senelik lisansı ve KPSS sürecini saymıyorum bile. Hayata atılma yaşı artık çok uzadı. Okuyan birisi 30 yaşına yakın ya da daha sonrasında bir şeyler kazanmaya başlıyor. Hayatının en güzel yıllarını yani 20'li yaşları yaşamamış gibi oluyor. Böyle olunca da insanlar geç olgunlaşıyor. Jose Mourinho çok beğendiğim bir antrenördür. Düşüncelerine de çoğu zaman hayran kalmışımdır. Büyük antrenörler insan sarrafı, hayat doktorlarıdır. Aklıma onun bir röportajı geldi bu kitabı okuyunca. Önceden büyük başarılara imza atmış ve insan ilişkileri konusunda bir deha olan Jose Mourinho bir röportajında şöyle demişti. "Şimdiki genç oyuncuların durumuna uyum sağlamalıyım. 23 yaşındaki Lampard bir erkekti. Şu anda 23 yaşında olan oyuncular erkek değil, veletler." (Lampard eski bir futbolcu) Yani demem o ki, evet Burçak 12-16 yaşları arasında bunları yazdı ama o dönemin 12-16 yaşları arasındaki kişilerle günümüzdeki 12-16 yaş arası kişilerin olgunluğu ve hayata olan bakışı asla bir değil. İnanılmaz derecede kötü bir yoldayız. Benim ilk telefonum lisede olmuştu. Liseye kadarki 8 senenin 7 senesinde her akşam bir kitap bitirirdim. 64 sayfalık o meşhur kitaplar. Jules Verne, Mark Twain.. Kısaltılmış Klasikler.. Şimdi ise herkesin elinde bir tablet ve akşamları Enes Batur videoları, android oyunlar, İnstagram... Küçük çocuklar yemek yesin diye önlerine açılan çizgi filmler.. Konu bayağı saptı, geri dönüş sağlayayım hemen. Biraz da kitap hakkında temel bilgiler vereyim. Mavi Saçlı Kız kitabı, lösemi hastası bir kızın günlüğünün derlemesiyle oluşmuştur. Böylece okuyucuya, kitabın gerçekçiliğini olduğu gibi yansıtılmıştır. Küçük Burçak'ın hastalığıyla olan savaşını, insanlar hakkında düşüncelerini, yaşam hakkındaki tespitlerini, onu gelecek hayallerini ve bir çok şeyi barındıran bu kitap, eminim okuyan çoğu kişi tarafından hayatın kıymetinin anlaşılmasını sağlayacak ve çoğu kişiyi günlük tutmaya yönlendirecektir. Mesela siz, 12 yaşında "İnsana hiçbir zaman yaşadığı mutluluk yetmez, daha fazlasını ister." diyecek tecrübeye sahip oldunuz mu? Mesela Burçak, 14 yaşında yani ölmeden iki sene önce bir cümle kullanmış: "İnsan üzüntüden nasıl ölmüyor anlamıyorum." Ben 22 yaşındayım, ben de çoğu zaman anlamıyorum. Veyahutta siz 24, 28, 35, 40 ya da 50 yaşındasınız, anlayabiliyor musunuz? Şu anda belki anlayabilirsiniz ama 14 yaşında insanın böyle düşünebilir miydiniz ya da bu şekilde ifade edebilir miydiniz? Ya da 14 yaşında; "Hayatımda hiç ölümü beklememiştim şu ana kadar. Ölüm bana hiç gelmez sanırdım, onu tanıyana dek." diyecek kadar yakın oldunuz mu ölüme? Daha bu kadar küçükken; "Zamanı durduramayız aynı kalsın diye, ama bazı şeylerin değerini daha iyi anlamak bizim elimizde." diyecek olgunluğa sahip misiniz? Daha ergenliğe bile gireli bir iki sene olmuşken hoşça kal dendiğinde "Keşke hep hoşça kalabilsek, keşke.." diyecek kadar gerçeklere aşina oldunuz mu hiç tozpembe yaşlarınızda? Cevap vereyim, çoğunuz olmadı. Ben de olmadım. Ailevi ve sağlık yönünden sıkıntılı durumlar geçirenleri ayırıyorum, çoğumuz o yaşları tozpembe geçirdik. Hatta maddi ya da manevi sorunlar yaşıyor olsak dahi hep bir umutla geleceği bekledik. Hayaller kurduk. Bunları yazan, yaşayan Burçak'ın yaşlarında kimimiz doktor olmak istiyorduk. Kimimiz öğretmen. Bazılarımız polis bazılarımız pilot. Mesela ben Çalıkuşu dizisindeki Fahriye Evcen ile evlenmek istiyordum. Özcan Deniz'den ayrılmıştı ve sıralar boştaydı. Yaşım küçük olduğu için ve onu göremediğim için Burak Özçivit kaptı onu sonra.. Yani demem o ki hayatı anlamaya, kendimizi tanımaya ve uzuuun bir geleceğe sahip olduğumuzu anlamaya başladığımız dönemde kelebek kadar ömre sahip olduğumuzu bilseydik, biz de Burçak gibi olabilir miydik? Hayalini dahi kuramayacağımız bir geleceğimizin olmadığını düşünsenize? Niçin bugün yaşıyoruz, yarın yoksak.. Evet, ölüm her an yakınımızda, bizimle beraber ama insanın ne zaman öleceğini bilmesi ve ölümü bu denli hissetmesi kadar kötü bir şey yoktur zannımca. Sanırım bu sebeple bazı şeylerin kıymetini bilmek gerekiyor. Her anımızı, en güzel anımız gibi yaşamamız gerekiyor. Hayata karşı mücadele vermemiz gerekiyor. Varoluşsal bir acı çekiyor olsak da yenilmeye razı bir boksör olmamamız gerekiyor. Hayata, yaşamaya geldik ve her türlü olumsuzluklara rağmen yaşamın kıymetini bilerek yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Ha bunları ben yapıyor muyum? Elbette hayıır. Ama siz yapın. Herkese hayatın tadını çıkarabileceği bir yaşam diliyorum; şöyle Dostoyevski'li, Franz Kafka'lı, Elizabeth Dean Lail'li, Fatih Terim'li bir ömür.. Esen kalın..
Mavi Saçlı Kız
Mavi Saçlı KızBurçak Çerezcioğlu · Yapı Kredi Yayınları · 201611,8bin okunma
··
2 artı 1'leme
·
4.215 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.