Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Darbe
Darbe günü güneş parlıyordu: yeni yeni kıpırdanmaya başlamış olan ürkek ilkbahar mevsiminde henüz pek seyrek görülen bir olay. ... Başkan Jaime'yi karşılamaya geldi. Başına, sırtındaki şık spor takım ve ayağındaki İtalyan ayakkabılarıyla çelişen bir savaş miğferi geçirmişti. Olağanüstü birşeylerin olup bittiğini Jaime o zaman kavradı. Başkan kısaca, "Deniz kuvvetleri başkaldırdı, Doktor," diye açıklamada bulundu. "Dövüşmek zamanı geldi artık." ... Ayaklanmanın çapını iskandil etmek ve barışçı bir anlaşmaya varabilmek için isyancılarla telefon görüşmelerine başlandı. Ne var ki sabah saat dokuz buçukta ülkenin bütün silahlı birlikleri darbe yanlısı subayların komutasına girmiş bulunuyordu. Ülkenin her köşesindeki üslerde, anayasaya bağlı kalanların temizlenmesi almış yürümüştü. Ulusal muhafızların komutanı saraydaki adamlarına oradan ayrılmaları için buyruk verdi, çünkü polis de biraz önce darbecilere katılmıştı. Başkan, "Gidebilirsiniz, compañeros, ama silahlarınızı burada bırakın," dedi. Muhafızlar şaşkın ve utanmış durumdaydılar, ne var ki komutanın buyruğu kesindi. Hükümet Başkanının bakışlarındaki meydan okuyuşa katılmaya bir tekinin bile cesareti yoktu. Silahlarını avluda bırakarak eğik başlarla dışarıya çıktılar. İçlerinden biri kapıya gelince durdu. "Ben sizinle kalıyorum, Compañero Başkan," dedi. Kuşluk saati olduğundan durumun diyalogla çözüme bağlanamayacağı açıkça anlaşılmış bulunuyordu; hemen herkes saraydan ayrılmaya başlamıştı. Geride yalnızca yakın dostlarla özel muhafızlar kalmıştı. Başkan kendi kızlarına saraydan ayrılmalarını emretmek zorunda kaldı. Kızları zorla alıp götürdüler; sokaktan babalarının adını çağırdıkları duyulabiliyordu. Binada, ikinci katın salonlarında, aşağı yukarı otuz kişi kalmıştı şimdi. Jaime de bunların arasındaydı. Bir karabasandaymış gibi bir duygu içindeydi. Elinde tabancasıyla kırmızı kadife koltuğa oturdu. Tabancaya da boş gözlerle baktı; nasıl kullanılacağını bilmiyordu ki! Zaman pek ağır ilerliyormuş gibi geliyordu. Saatine bakınca bu kâbusun yalnızca üç saatinin geçmiş olduğunu gördü. Başkanın radyodan ulusuna seslendiğini duydu. Bu onun veda konuşmasıydı: "Zulme uğrayacak olan herkese seslenerek istifa etmeyeceğimi bildiriyorum. Halkımın sadakatinin bedelini hayatımla ödeyeceğim. Her zaman sizlerle birlikte olacağım. Ulusumuza ve yazgımıza imanım var. Bizim yapamadığımızı başkaları başaracak ve çok geçmeden yeniden açılan büyük yollarda özgür insanlar yürüyerek daha güzel bir toplum inşa edecekler. Çok yaşasın halkımız! Çok yaşasın işçiler! Bu benim son sözümdür. Kanım boşa akmayacak; bunu biliyorum." Hava bulutlanmaya başlamıştı. Uzaktan tek tük silah sesleri geliyordu. O sırada Başkan telefonla ayaklanmanın komutanıyla konuşmakta, komutan ona, ailesiyle birlikte bir uçağa binip ülkeyi terk etmesini önermekteydi. Gelgelelim o, ha deyince ülkelerinden kaçmış başka devrik liderler gibi uzak bir ülkede bitkisel yaşam sürerek ömrünü dolduracak insanlardan değildi. Serinkanlılıkla, "Siz beni yanlış tanıdınız, vatan hainleri! Beni buraya halkım getirdi; ancak ölü olarak giderim," diye karşılık verdi.
E-kitap
·
5 görüntüleme
K. okurunun profil resmi
Compañero: Yoldaş, arkadaş.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.