Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

144 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
Düşünen Okur ve Yazar
Kitap, beş bölümden oluşmaktadır. İlk olarak sunuş yazısıyla başlar. “Okumak İnsana Ne Kazandırır?” başlığı altında okumakla ilgili birçok soru sorulur. Okumak aslında bir araya getirme ve toplama ameliyesidir. Boş zamanları okuma ile değerlendirmek sizce nasıl bir olgudur? Sizce okuma bir boş zaman etkinliği midir? Bu sorunun cevabı kesinlikle hayırdır. Çünkü “okumak” bir boş zaman meşgalesi değildir. Bu bölümde aynı zamanda insan yetiştirmenin öneminden de bahsedilir. Hatta şu çarpıcı ifade de geçer: “İnsan olmak ve insan olarak kalmak giderek zorlaşıyor.” Bu bölümde dikkatimi çeken bir ifade de şu oldu: “En iyi öğretmen iyi bir kitaptır.” Gerçekten bu söze katılmamak elde değil. Kitabın ne kadar değerli olduğunu gözler önüne seren bir cümledir. Bu bölümün sonunda ise çeviriden söz edilir. Çevirinin zahmetli bir uğraş olduğu ve iyi bir çeviri için gerekli olan meziyetlerden bahsedilir. İkinci bölüm, “İnsan Mutluluğunun İki Temel Düşmanı: Istırap ve Can Sıkıntısı” konuludur. Bu bölüm beni Schopenhauer’in “Mutlu Olma Sanatı” eserine götürdü. O kitabında da 45 hayat kuralından söz eder. Bu bölümde dikkatimi çeken ifade şu oldu: “Sıradan insanlar sadece zamanlarını nasıl harcayacaklarını düşünürler; herhangi bir yeteneğe sahip insan zamanını nasıl kullanacağıyla meşgul olur.” O yüzden zamanı iyi planlamak gerekir. En mutlu insanın tabiatın zihinsel zenginlikle donattığı insandır. Bu bölümde mutluluğun kendi kendine yeter olmaktan geçtiği sürekli vurgulanır. Hatta bunu destekleyen bir ifade vardır: “En mutlu insan, kendisine yeterli olan ve varlığını sürdürmek için dışarıdan çok az veya hiçbir şeye ihtiyaç duymayan insandır.” Yine bu sözden sonra aklıma Anton Çehov’un Altıncı Koğuş eserinde geçen bir pasaj geldi: “ - İnsanın huzuru ve memnuniyeti dışarıda değil, içindedir. - Nasıl yani? - Sıradan bir insan iyiyi ya da kötüyü dışarıdan, yani bir atlı arabadan ya da bir çalışma odasından bekler. Düşünen bir insan ise kendinde bulur.” Can sıkıntısının en büyük kurbanlarının yüksek sınıflar, varlıklı insanlar olduğu söylenir. Bu can sıkıntısı onları kâğıt oyunlarına, danslara, tiyatrolara, partilere, bahislere, kumarlara, atlara, kadınlara ve içkilere sevk eder. Bu bölümde katılmadığım bir ifade var: “Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, insanın canlı canlı gömülmesidir.” Seneca’nın bu sözü eksiktir çünkü okumak bir boş zaman etkinliği değildir. Buna karşın bir başka cümlede de şöyle geçer: “Çok bilgelikte çok keder var ve bilgisini artıran kederini artırır (Ekklesiastikos).” Bu da bir bakıma cehalet mutluluk getirir sözüyle eş değerdir. Üçüncü bölüm, “Okumak ve Kitaplar Üzerine” dir. Bu bölümde kitapların ne amaçla yazıldığını ve okurların durumunu ele alır. Salt okumak önemli bir şey değildir, okuduktan sonra onu sindirmek için düşünmek gerekir. Para için kitap yazanlar bu bölümde büyük eleştiri konusu olmuştur. Hatta ahmaklar için yazanların her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulduğundan söz edilir. Bu bölümde biz okurlara da bir eleştiri vardır. Popülerin peşinden gitmenin en iyisini okumanın yerine tercih edildiğinden bahsedilir. O günkü dar alana sıkışıp kalmak kadar kötü bir şey yoktur. O dar alandan çıkıp iyiyi hedeflemeliyiz. Çünkü iyi olanı okumak için kötü olanı hiçbir zaman okumamayı insan kendine düstur edinmelidir. Bugüne kadar ulaşmış klasikleri okumak zihni eğlendirir çünkü binlerce yıldır çağdan çağa hiç kaybolmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Bazen kitaplar, en büyük kafanın sohbetinden bile çok daha büyük bir değere sahiptir. Dördüncü bölüm, “Yazarlık ve Üslûp Üzerine” dir. Yine bu bölümde de para için yazanlara karşı bir eleştiri söz konusudur. Konu için ve para için yazan diye ayrılmıştır. Para için yazanların sonu dilin yıkımıdır. Ayrıca bir sınıflandırma da şu şekildedir: “Düşünmeksizin yazan, yazarken düşünenler ve yazmaya başlamadan düşünenler.” Bizim bunlar arasında olmamız gereken yer sonuncusudur. Çünkü yazma bir plan olmadan gerçekleşmez. Çürük bir temeli olan binanın devamı sağlıklı olmaz. Yazma da böyledir. Mimar gibi yazmak gerekir. Bölümün devamında yeni ve eski yazarların karşılaştırılması yapılır. Yeni yazarların bazı ifadeleri atladıkları görülür bu yüzden eski kitaplara bakmak gerekir. Yeni olan nadiren iyidir, çünkü iyi bir şey ancak kısa bir zaman için yenidir. Yazıda başlık da içeriği yansıtmada önemli bir yer tutar. Yazar kitabını oluştururken düşüncelerinden beslenir. Yazarın en büyük özelliğinden biri sayılan husus şudur: “Yazar malzemeye yahut muhtevaya ne kadar az bağımlı ise okunmaya değerdir.” Biçimden ziyade muhtevayla ilgilenmek yanlış bir tutumdur. Yanlış bir fikrin hayranlık uyandırması sakıncalı bir durumdur. Bu bölümde ayrıca edebiyat dergilerinin durumundan da bahsedilir. İmzasız eleştirilerin edebî sahtekârlığın sığınağı olduğundan söz edilir. Yazdığına isim koymak ve onun arkasında durmak her dürüst insanın düsturudur. Burada imzasız eleştirmenlere büyük yergi söz konusudur. Aşağılık, hilekârlık, dolandırıcılık, Bay isimsiz, Bay aşağılık gibi ifadelerle itham edilir. Hatta imzasız bir eleştiri isimsiz bir mektup kadar müessirdir. Bu bölümün ikinci kısmında üslûptan söz edilir. Üslûbun zihnin fizyonomisi olduğu söylenir. Üslûp, bir kimsenin bütün fikirlerinin, ne kadar çeşitli olursa olsun yoğrulup şekillendiği hamurdur. Özetle üslûp bizim kimliğimizdir. İyi bir üslûp için birinci kural, yazarın söyleyecek bir şeyinin olmasıdır. Sırf yazmak için yazmamalıdır. Okurlar olarak bu yazarlardan uzak durmalıyız. Çünkü günübirlik yazıp çizenler, basmakalıp ifadeler kullanarak düşünmeden yazarlar. Düşünme kabiliyetine sahip bir insan her zaman kendisine açık, anlaşılabilir ve kapalılıktan uzak sözcüklerle ifade edebilir. Düşünme çok önemli bir yetidir. Düşünmenin önemini anlatan birçok çalışma mevcuttur. Benim aklıma George Orwell’in 1984 eserindeki sözü geldi: “Düşünün. Çünkü henüz yasaklanmadı.” Bir yazar okuyucu kitlesini çok iyi tanımalıdır. Okurunun zamanını , yoğunlaşma gücü ve sabrı konusunda hasis davranmalıdır. Aşırılıktan kaçınmalı, basitlik ve nahifliğe yönelmelidir. Tabii söylediklerimizin açık- seçikliği ve tamlığı pahasına kısalık ve özlük için en küçük bir fedakârlıkta bulunmamalıyız. Yazar Alman olduğu için örneklerini çoğunlukla Alman edebiyatından vermiştir. Alman edebiyatındaki öznelliği doğru bulmaz, üslûbun nesnel olması gerektiğini belirtir. Ben buna katılmıyorum açıkçası. Üslûp bizim kimliğimizdir demiştik. Her insanın kişiliği farklıdır, bu yüzden özneldir. Almanlar okura âdeta okurken bilmece çözdürür, bu yüzden okuması sabır gerektirir. Girift ve uzun cümlelerle hafıza yorarlar. Okurun anlama gücü burada devreye girer. Son bölüm ise “Düşünmek Üzerine”dir. Bilgi sahibi olmak önemlidir fakat onu nasıl kullanacağını bilmek daha da önemlidir. Çünkü insan ancak üzerine düşündüğü şeyi bilir. Çağımızda yazanlar çok fakat düşünenler azdır. Bu bölümde dikkatimi çeken ifade şu oldu: “İnsan ancak kendi düşüncelerinin kaynağı kuruduğu zaman okumalıdır.” Ben bu ifadeye katılmıyorum çünkü insanın okudukça dünyası genişler, düşünceleri zenginleşir. Bir düşüncenin çıkagelişi sevdiğimiz birisinin teşrifi gibidir. Acaba dünya gerçekten düşünen insanlarla dolu olsaydı ne olurdu?
Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine
Okumak, Yazmak ve Yaşamak ÜzerineArthur Schopenhauer · Say Yayınları · 20133,662 okunma
··
1.449 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.