Üç Muhammed, İki tasavvur bir gerçekMerak, bir şeyi öğrenmenin en etkin başlangıç yoludur. Yazar da merak ederek eserinde; Peygamberimiz Hz. Muhammed sav.’in vazifesine ilişkin kavrama durumlarını üç ana başlıkta incelemiş: aşırı yüceltmeci peygamber tasavvuru, indirgemeci peygamber tasavvuru ve Kur’an’ın peygamberi.
Aşırı yüceltmeci peygamber tasavvuru konusunda;
Başta bilginin ve anlama probleminin önemini vurgulamış. Hayatta çoğu şeyi aşırı yüceltmenin olağanüstüleştirme, insanüstüleştirme, hatta hayattan dışlamaya varacak tehlikeli sonuçlarının olacağına değinmiş. İsrailiyattan gelen haberlerin ve Hristiyanlaşma temayülünün verdiği bariz zararı, Kutsal kitaplardan ve rivayetlerden örneklerle baş aktörleri de belirterek dile getirmiştir.Tedvin asrındaki Beytü’l- Hikme’deki bazı Hristiyan mütercimlerin gereksiz teolojik kavgalarının da İslâm’a taşınmasının verdiği zarara değinmiştir.
Cahiliyye’nin ve Kur’an’ın çağırdığı yolun farklılıklarından bahsetmiş, tasavvur analizleri yapmış, kaynağı bulunmayan, senedi ya da metni zayıf haberlere değinmiş ve bu tür tasavvurların insanlara ne gibi etkilerinin olabileceğini konu olarak ele almıştır. Tasavvuru oluşturan bazı kaynakları, sahih İslâmi akıl çerçevesinde geçmişin değerlerini saptayarak geleceği kurmak adına tahlil etmiştir. Bu kaynaklardan Peygamber Efendimizin hakiki portresini tespit etmeye çalışmıştır. İşin kötü tarafı da Kur’an’la ve mantıkla çelişen rivayetlerin hâlen günümüze kadar varlığını sürdürüyor olmasıdır; özel olarak kaynaklarda uydurma hadislerin toplanıp belirtilmesine rağmen. Bilgi kirliliği sorunu, tâ o zamandan bu zamana varlığını korumaktadır.
Yazar; Eşari kelamındaki “Eşyanın tabiatı yoktur.” görüşünü eleştirmiş, hiçbir varlık yasası tanımayan bu görüşle birlikte hiçbir neden-sonuç ilişkisi tanımayan rivayetlerin sorgulanmadan kabul edildiğini belirtmiştir. Kur’an’ın mucize olduğunu kanıtlamak için şaibeli haberlere ihtiyaç yoktur. Zaten Kur’an, cahiliyyenin bedevi toplumunu medeni bir toplum haline getirmiştir ve o toplumla büyük bir iman hamlesi gerçekleşmiştir. Bu da büyük bir mucizedir. Ayrıca kanaatimce insanlar, hayvanlar, görkemli doğa, her şey birer mucizedir.
Aşırı yüceltmeci tavır, Resulullah’ın peygamberliğini müjdeleme işini bile Naciz adlı bir puta havale etmiştir. Kur’an ayetleri de zaman zaman te’vil edilirken aşırı yüceltmeye maruz kalmıştır. Kur’an’ın buyurduğu “kul ve elçi” olan Peygamber Efendimiz; aşırı yüceltmeci kişiler tarafından bir gök cismi misali göklere çıkarılmış, misyon ve örnekliği açısından amacından uzaklara götürülmüştür.
İndirgemeci peygamber tasavvuru konusunda;
İnsanoğlunun hakikati; kendisi olmaktan mahrum edip, ona bütünsel açıdan bakmayı bırakıp, parçayı bütün sanma yanılgısına düşme konusunda eleştirmiştir. Çünkü hakikat, parçalanınca hakikat olma özelliğini yitirmektedir. Âdem’i toprağa indirgeyen Şeytan, hayatı dünya hayatına indirgeyen insan, Hz. Salih’in devesini gerçek sahibi Allah’ın korumasından ete-kemiğe indirgeyen sapmış toplum, Hz. Musa’nın mucizelerini büyüye indirgeyen Firavun, Tanrı atama yetkisine sahip olduğunu düşünen Mekke’nin egemenleri; hepsi farklı nedenlerle indirgemede bulunmuş ve cezalarını çekmişlerdir. En tehlikeli olan da Yunan-Batı aklının; hakikatı, gözlemlenebilir olana, daha sonra da salt akla indirgemesidir. Buna filozofların farklı görüşlerinde şahit olabiliyoruz. Karl Marx’ın insanı alet kullanan bir hayvana, David Hume’un insan ahlakını hazza indirgemesi misalleri gibi. İnsanın, cinsiyetine indirgenip kişiliği yok edilerek ticari bir meta gibi sergilenmesi; gençliğin, bütünden bağımsız değerlendirilmesi gibi durumlar, insanları savunmasız bırakmıştır. Siyasi ve kelami okulların çoğunda da indirgemeci anlayış mevcuttur. İçlerinde en ilginç olanı da Mürcie ekolünün imanı vicdana indirgemesi ve nifak kavramını yok saymasıdır.
Peygamberlerin misyonunu kabul etmeden, yani iman etmeden, onların getirdiklerinin kaynağını kabullenmek söz konusu olmamakla birlikte peygamberliği salt haber taşımaya indirgemek, onun misyonunu sınırlandırmak anlamına gelir ve peygamberler, bir örneklik misyonudur ve örnekler önderdirler ve onun model olma misyonu, herhangi bir dönemde kalmamıştır, bunun zıddı indirgemeciliktir, sonuç olarak da hayattan dışlamaktır.
Yahudileşme eğilimi içerisinde de peygamberleri bir “aşağılama” söz konusu olmuştur. Hz. Süleyman’ı büyücülükle, puta tapmakla; Hz. İbrahim’ e ve eşi Sara’ya yapılan iftiralarla, Hz. Musa’nın Allah’ı azarlayan tasvirleriyle Tekvin, Sayılar ve Çıkış’larda bunlar gibi misaller mevcuttur .Aşağılama örnekleri, ayrıca Mekke ve Medine içerisinde Hz. Peygamber sav. üzerinden devamını getirmiştir; soyu kurumuş, deli, kâhin, kulak gibi Peygamber’e verilen lakapları örnek olarak verebiliriz. Görüntü itibariyle Peygamber’in misyonu bitirilirse Kur’an’ın misyonunun da biteceği inancı hâkimdir.
Yazar; tarih borunca görülen tüm yalancı peygamberlerin, Sabiliğin, İbn Arabi’nin hatta peygamberliği inkâr eden Ebu Bekir Zekeriyya er Razi’nin bile peygamberlik anlayışının Hermetik irfan şeklinde olduğunu düşünmektedir. Bu anlayışa göre peygamberlik, ilahi bir seçim değil de nefis terbiyesi ve ruh tezkiyesi ile kazanılacak bir mertebedir. Ayrıca sömürgeci İngilizlerin kültürel etkisiyle sünneti toptan inkâra dayanan Hind Kuramcılık hareketi ve sadece sünnetçi-hadisçi yaklaşımlar da indirgemeci bir zarar meydana getirmişlerdir.
Sünnet olan nebevî eylemle olmayanı ayırt etmek, yapılan eylemin bağlayıcı olup olmaması açısından önem arz etmektedir. Verilen emirlerin lâfzı değil de amacı üzerinde durulması, sünneti reddeden indirgemeci yaklaşımları ortadan kaldıracaktır ve Hz. Peygamber sav.’in misyonu, sünnete indirgenemeyecek kadar çok boyutludur.
Kur’an’ın tanıttığı peygamber kısmına gelince;
Peygamber as. öncelikle bir beşerdir, müşriklerin melek peygamber taleplerinin olması manasızdır. Çünkü vahiy, onu ulaştıran kimsenin mutlaka yaşaması gereken bir “hayat tarzı” olduğu için, onun ilk muhatabıyla son muhatapları aynı hamurdan olmak zorundadır. Abese 1-10, Duhâ 6-8 ve Tevbe 43 gibi âyetler, Resûl’ün beşerliğini ve kaynağının ilâhi olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber’i örnek almak; onun yaptığını yapmak değil, “onun yaptığını, yaptığı amacı gerçekleştirmek için yapmak” ve hatta “o amacı gerçekleştirmek”tir. Bunun yanında Hz. Peygamber’in ilâhi mesajı taşıma (davet), yaşayarak öğretme (talim) ve insanı; bilinç, duygu ve eylem düzeyinde arındırma (tezkiye) görevleri bulunmaktadır. Hz. Peygamber sav., davetine icabet etmeyenler için ne kadar üzülse de Bakara 119. âyetle Yüce Allah, ona “...artık cehennemlik olacaklardan sen sorumlu değilsin.” diye buyurmaktadır. Hz. Peygamber, bize öğrettiği şekliyle namazı talim yoluyla; teorik kaynak olarak Kur’an’dan, pratik kaynak olarak da vahiy meleğinden almıştır. Ayrıca davet görevinin muhatapları hemen daima inanmayanlar iken talim görevinin muhatapları hemen daima inananlardır. Kur’an’da tezkiye yöntemleri; öğüt vermek, dua etmek, sadaka kabul etmek, Hz. Peygamber’in günah işleyen kişi için istiğfar etmesi ve kefaret uygulanması şeklinde buyurulmuştur. Kur’an’ın oluşturduğu peygamber şahsiyeti; Peygamberin Allah ile, kendisiyle ve çevresiyle ilişkisine ait talimatlar çerçevesinde zuhur etmiştir.
Görünen o ki bu yaklaşımlar, hep aynı noktada buluşmaktadır: anlama problemi ve hayattan dışlama. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in risâlet mirası, İslâm ümmetinin üzerindedir. Bunu yerine getirebilmek için ise ümmetin anlama problemi varsa bunu en iyi şekilde aşması gerekir.
Okuduğum kadarıyla yazar, eserinde düşüncelerini bu şekilde dile getirmektedir. Yazarın da belirttiği üzere Müslümanlar olarak; tüketmek için değil üretmek için çaba harcamamız gerekmektedir.
Ahlâkı Kur’an olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’e salat ve selam ile...