Gönderi

181 syf.
·
Puan vermedi
·
25 saatte okudu
Savaşın orta yerinde, boşaltılmış bir köyde, yağmalanmış bir odada, elinde "kala kala yıpranmışlığı kalmış" iki köylü sedirde oturuyor. Ceketi örümcek ağına bulanmış bir yaşlı adam ve kadim bir mitten çıkıp gelmiş gibi duran, saçları kül rengi bir yaşlı kadın.. "Bir taş gibi sırtını yaslamış evrene... Gene de gülümsüyor, gecikmiş, ağır bir gülümsemeyle: ... uzaklara, ölüme bakıyor sanki; hoşgörüyle, hatta --ey gizemli göz kırpış, gözkapaklarının ucundaki incecik gölge!-- alayla... Tanrı da ilk insana böyle bakmıştı belki..." Kendi deyimiyle "yazar olarak saplantısı" İnsan'ın gizemini sorgulamak olan Malraux'nun vardığı yanıt bu oluyor, büyük kısmı Gestapo'nun elinde yok edilmiş romanının elde kalan parçalarından oluşan, "bitmemiş" yapıtının sonunda. Nedir insanın gizemi? Sorunun yanıt(lar)ı nerede? Onca talana tanık olmuş yaşlı kadının bir sedirde ölümü beklerken yine de ölüme alayla bakabilmesinde mi? Kımıldamadan tutsak kampındaki direklerden birini izleyen, "Ben, yıpransın diye bekliyorum. Her şey. Yıpransın diye bekliyorum." diyen askerin tevekkülünde mi? Köylü kadınların her gün, bir kampın dikenli tellerinin üstünden, nöbetçiler tarafından vurulmaktan korka korka tutsaklara gizlice attığı bir somun ekmekte mi? Gözü 'bilim'inden başka birşey görmeyen bir profesörün, kimyasal saldırıların ilk kitlesel kullanımlarından birini gerçekleştirirken, yanmış yıkılmış doğanın ve insan bedenlerinin ortasında halâ zehrin etkisini ölçmeye çalışan duyarsız kulluğunda mı? Yoksa o esnada karşı cephedeki "düşmanlarını" kendi ölümleri pahasına bu korkunç ölümden kurtarmaya uğraşan, "ölmüş ve öldürülmüş adamlara benzeyen adamlar"ın (madencinin, mezarcının, domuz kasabının, makine ayarcısının, berberin, saymanın...) ümitsiz çabasında mı? Ölümden kılpayı kurtulup bir avuç samanın üstünde "yarın gene canlı oluruz belki" diyerek uyuyan Pradé ve Malraux'nun, uyandıklarında şafağın ve yaşamın karşısında duydukları çocuksu şaşkınlıkta mı? "Bir kez daha yaşayacak olsam yine kendi yaşamımı seçerdim" dedikten sonraki gün birkaç yudum zehir içen Büyükbaba'nın intiharında mı? Rüzgârda uçuşan kağıtları barış ilanı bildirisi sanıp sevinçle yakalayan, sonra bunların bir önceki mola yerinde kendilerinin yakınlarına yazdıkları, yele savrulmaya terkedilmiş mektuplar olduğunu gören tutsak erlerin, yerine varmayacağını bile bile yeniden yazdıkları mektuplarda mı? "Bireyi durmamacasına eşeleyerek" bulabilir miyiz insan'ı? Büyükamca Walter'ın dediği gibi "İnsan, zavallı bir gizler yığını!" mı, yoksa Malraux'nun babasına atfettiği gibi, insan 'yaptığı şey' midir? Sanki hepsi ve hiçbiri... "Şeytanın yollarını öğrenmek için tanımamız gereken" varlık da insan, Tanrısal imgeler ve iyilikler yaratmayı başaran da... Yanıtlar yıldızlar kadar çok belki, belki de tek. Her halükârda tarih boyunca ve halâ tanık olduğumuz, daha da olacağımız insan hikâyelerinde.. Bu anlatının her satırında var olanlara benzeyen hikâyelerde.. Yaşantılarımızda, düşüncelerimizde ve okuduklarımızda aramaya devam edeceğiz 'kendi'mizi, 'insan'ı; bulamayacağımızı da bilerek... Asl'olan yol olsun... Dünyadan kaçıp kendi'mi kovalarken iki günde okumakla edepsizlik etsem de bitti deyip kenara kaldıramadığım, daha geniş zamanları hak eden bu derin, şiirsel anlatının da dilerim daha çok okuru olsun...
Altenburg'un Ceviz Ağaçları
Altenburg'un Ceviz AğaçlarıAndré Malraux · Sel Yayıncılık · 202053 okunma
·
291 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.