Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

510 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
16 günde okudu
Gökyüzünde Dolanan Kutsal İnekler
İnsanlık tarihinin olağan akışında bir değişime neden olan ve akışı farklı bir tarafa yönlendiren kasırgalar bir çoğunluğun değil tikel bir bireyin işidir. Bu bireyler her çağda karşımıza çıkarlar ancak sayıları pek azdır ve kendi aralarında birtakım ortaklıkları bulunur: kuşkuculuk ve açıkgörüşlülük. Gelenekle, kültürle taşınan genel kanılardan öncelikle kuşkulanırlar ve ardından genel kanının aksine giden söylemleri açıkgörüşlülükle karşılayıp değerlendirirler. Değerlendirmelerinin sonucunda olağaniçine artık olağandışı şeyler de eklenir ve hatta bazen olağandışı olarak gelenler olağaniçileri defederler. İnsanlığın bu tür insanlardan sağladıkları “fayda” her ne kadar azımsanmayacak kadar çok olsa da genellikle onlar yaşarken hakları teslim edilmez. Bunun nedeni o insanların kendi çağlarında anlaşılmamaları ve ancak gelecek kuşaklar tarafından anlaşılabilmeleri olabileceği gibi, bazen de basitçe kuduran düşmanlarının kibirleridir. Velhasıl farklı olanlar çoğunluğun derdidir. Eski çağlardan beri insanlar hayatı anlamak, anlamlandırmak çabasıyla yanıp tutuştukları için kendinden uzak olana, gökyüzüne baktıkça bakmış ve ona birtakım anlamlar yüklemiştir. Örneğin bir zaman Güneş onlar için bir tanrı olmuştur çünkü yaşamın devamlılığı için Güneş’e ihtiyaçları olduğunu fark etmişlerdir. Belki sonrasında günahlarını Güneş gidince (?), tanrının göremeyeceği geceye saklamışlardır. Gündelik yaşam pratiği ve din arasındaki sıkı ilişki dikkate alınınca, gerçek olması hiç de az olmayan bir varsayım. Çocukken dindar yengem akşam tırnak kesmememi söylerdi, onun gibi. Velhasıl evren ve evrenin işleyişi her çağda bazı insanları huzursuz etmiştir. İnsanlık tarihinin dönüm noktaları arasında özellikle MÖ 6. yüzyıl dikkat çeker. Bu yüzyıl, Prometheus’un yüzyılıdır. Bu yüzyılda birtakım önemli insanlar genel kanının aksine gitmiş ve kendi burunlarının dikine giderek din ve bilim arasındaki ilk oyuğu oluşturmuşlardır. Ancak bu oyukta din ve bilim birbirlerinin düşmanı olarak görülmemiş, yalnızca konu bakımından farklılıkları görülmüş ve insanın bilime doğru giden serüveninde ilk kurşun atılmıştır. Evrene artık farklı bir bakışıyla yaklaşan (ilk) filozoflar, doğa filozofları evreni ve evrenin ana maddesini, evrenin işleyiş şeklini rasyonel bir zeminde açıklama girişimindedirler. Onlardan sonra gelen Pythagoras bir orkestra şefi gibi, kendinden önceki fikirleri bir uyumda eritmiş, ve hatta evreni topyekun uyumla açıklamıştır ve açıklamasını da evreni matematikselleştirerek yapmıştır. Sonrasındaki atılımlar domino taşı etkisi yaparak büyüdükçe büyümüştür ve bir dönem Aristarkhos sahneye çıkarak ilk kez Güneş merkezli evren anlayışını ortaya atmıştır. Ne var ki Aristarkhos’tan sonra sahneye çıkan Platon ve Aristoteles’ten sonra tekrardan Dünya merkezli evren anlayışı egemen olmuştur. O dönemi dikkate alırsak ve iki filozofu da içinde bulundukları dönem ve koşullar çerçevesinde değerlendirirsek neden Dünya merkezli evren anlayışını benimsedikleri kolayca anlaşılabilir. Çünkü pratik yaşamda veya fiziksel görünümde Dünya merkezde gibidir ve yukarıda bir şeyler dönüyor, doğuyor ve batıyor gibidir. Ayrıca Dünya merkezli evren anlayışının içerisinde ferahlatıcı bir yön de vardır: insanın kendini üstün görmesi veya değerli hissetmesi. Ancak Platon’dan farklı olarak Aristoteles somut tanrıyı soyutlaştırmış, onu evrene dışarıdan müdahale eden bir hareket eden hareket ettiriciye indirgemiştir. Bu da kutsaldan olmak anlamına gelir. İlk Çağ’dan sonra özellikle Augustinus’un ve Yeni-Platonculuğun köprü görevi görmesiyle (ki değerli birçok şeyi köprüden aşağıya atmışlardır) Orta Çağ’a geçilir ve Güneş merkezli evren anlayışı unutulur gider. Evrenin kalbinin Güneş olduğu bilinirken nasıl olur da Batlamyus’un sistemi yüzyıllarca devam eder anlaşılır gibi görünmeyebilir ancak esasında bunun nedeni pek de karışık değildir. Bunlar dört kategoride serimlenebilir: Akıl parçalanması, yer-merkezci evren anlayışının gücü, hareket için bir hareket ettiriciye neden olacağı aksi taktirde cisimlerin hareketsiz kalacağı inancı ve bilim ve matematik arasındaki uyumun hâlâ sağlanamamış olması, bir başka deyişle bilimin matematikselleştirilmemesi. MÖ 6. ve MÖ 5. yüzyıldan sonra rölantide devam eden insanlık tarihi, insanların tekrar o yüzyıldaki çalışmalarına dönünce, MS 11. ancak bilhassa MS 15. ve 16. yüzyılda tekrar ivme kazanarak yeni bir büyük değişimi beraberinde getirmiştir. İnsanın değişen evren görüşü tarihinde Güneş merkezli evren anlayışına yeniden dönüş, modern dönemde Kopernik ile mümkün olmuştur. Genel kanının aksine kilisenin bilime düşman bir tavrı yoktur bu dönemde, keza Kopernik’in ta kendisi bir rahiptir ve o dönemde diğer bilim insanları gibi, Kopernik’e de “kutsal inek” muamelesi yapılmıştır. Kutsal ineğimiz çekingen, suskun, topluluklardan hazzetmeyen ve kalemi kof bir inektir. Göksel hareketlere dair kitabı papa tarafından desteklenmiştir ve Kopernik Devrimi, Kopernik’e rağmen gerçekleşmiştir. Aristoteles’e, Batlamyus’a, Pythagoras’a, kısaca bütün eski devlere sadık kalmıştır, hatta Pythagoras’a o denli sadık kalmıştır ki çalışmalarının yayınlanmasını bile istemez ancak Rheticus sayesinde zar zor ikna edilerek çalışması yayınlanmıştır ve böylece mutlağın yıkımına dair ilk darbe gerçekleşmiştir. İronik olansa Kopernik’in bu darbeyi bilinçsizce yapmış olmasıdır. Kendi bile ne yaptığını bilmeyen muhafazakar bir rahip. Kopernik’ten sonraki önemli figür neyse ki daha renkli ve canlıdır: Kepler. Çocukluğunun cehennem gibi olmasının; nevrotik hastalıkları, göz hastalığı, basuru ve bilhassa hastalık hastası olmasının bir sonucu olarak, Kepler’in eserlerinin bir katarsis edimiyle ortaya çıktığı söylenebilir. Yaşayanlar bilir, insan bazen duygularından ve bilhassa kendinden arınmak için özel ilgisi olan bir işe, yazmaya, araştırmaya koyulur ve bunun sonucunda ortaya çıkan eserden, hatta çıkmasa bile çıkarmak için verilen o çabadan hoşnut bir şekilde deyim yerindeyse boşalır. Ayrıca Kepler’in karışık karakteri, yolunu kaybetmiş hali ve obsesif derecesinde takıntısı eserlerinde de okuyucuya olduğu gibi, tüm dürüstlüğüyle aktarılır. Örneğin eserlerinde deney aşamalarından, önceki aşamanın veya önceki inancının yanlış olduğundan bahsettiği gibi, buluşundan dolayı sevincinden de bahseder ve bahsederken kullandığı dil oldukça canlıdır. Bir filozof olmasaydı da herhalde iyi bir edebiyatçı olarak da onu tanıyabilirdik. Zaten ölmeden önceki son eseri de Ay’a yolculuk üzerine bir bilimkurgu eseri ama okumadım, bu nedenle bir yorum yapmasam daha iyi. Bilim ve mistisizm sentezinin oldukça açık bir görüntüsü belki de ilk kez Pythagoras’ta görülmüştü, o âdeta bir tarikat lideriydi. Kepler’de de durum bundan pek farklı değildir, onda da bilim ve mistisizm birbirleriyle sentezlenmiş halde görünürler ancak şu farkla ki, o felsefe (akıl) ile din (inanç) arasındaki konu bakımından ayrımı da net bir şekilde görebilmiştir ve ikisinin konu bakımından birbirlerinden ayrı kalmasını, rahiplerin gökler hakkında saçma sapan atıp tutmamasını istemiştir. Ancak dediğim gibi, bilimsel ve mistik eğilim onun karakterinin iç içe iki niteliğidir, örneğin Güneş ona göre tanrının bir imgesidir ve tüm bilimsel çalışmalarının amacı da kainatın dilini öğrenmek ve dolayısıyla tanrıyı anlamaktır. Bu nedenle her buluşunun ardında sezgisel bir tını sezilir. Kepler’den sonraysa sahneye bir sahtekar çıkar: Galileo. Kibri ve hırsı yüzünden olmadık işlere girişen şimbilli Galileo; kendini üst-insan olarak gören, çağdaşlarının çalışmalarını kendininmiş gibi göstererek utanmadan kullanan biridir. Bu çirkin özelliklerinin bir sonucu olarak teleskobun mucidi sanılır, kiliseye karşı özgürlük savaşçısı sanılır, vs vs. Kutsal inek Galileo’yu desteklemek için elinden geleni ardında koymayan kilise ona net olarak şöyle der: bilimini yap, dini işlere burnunu sokma. Ancak Galileo ipe sapa gelmez şeyler yapmaya, çağdaşlarını ve kiliseyi alaya almaya devam etmiştir ve nihayetinde nasıl başardıysa Kopernikçi sistemin yanlış olduğunu ispatlama yükünü kiliseye vermiştir. Esasında Galileo Kopernikçi Güneş merkezli evren görüşünü ispatlayamıyordu ancak görüşün doğruluğuna inanıyordu, kilise de ona net olarak şunu dedi: Tamam, haklıysan bunu bize çalışmalarınla ispatla, ancak ispatlayamıyorsan da kesinmiş gibi hüküm verme. Kilise ve Galileo arasındaki çatışmanın dinmesi için Kepler Galileo’ya büyük jest yapmıştır, hiç kimse Galileo’ya inanmıyorken bile Kepler ona inanmıştır ancak kıymetbilmez Galileo onun yüzüne bile bakmamıştır. Galileo’dan sonra nihayet yeni bir orkestra şefi olarak sahneye Newton çıkar ve bir anlamda kendinden önceki çalışmaları; bilhassa Kopernik, Kepler ve Galileo’nun çalışmalarını sentezleyerek, onların temas etseler de göremedikleri keşifleri bir bir serimlemiş ve sistemini kurmuştur. Ondan sonraysa sahneye Einstein ve devamında kuantum mekaniği çıkmıştır ve bu alandaki çalışmalar günümüze dek devam etmiştir. Newton fiziği ise gündelik yaşantımızın her alanında, örneğin köprü inşa ederken vs. hâlâ kullanılmaktadır. Yazarın eseri kaleme almaktaki temel amacıysa sanırım şu acı gerçeği engellemek olsa gerek: "Gerçekliğin sayısal özelliklerine hipnotize olmuş gibi köle olmamız yüzünden niceliksel olmayan ahlaksal değerleri algılayışımız körelmiştir; bunun sonucunda ortaya çıkan 'amaç aracı haklılaştırır' etiği mahvolmamızın başlıca etkeni olacaktır."
Uyurgezerler - Bir Bilim Tarihi Kitabı
Uyurgezerler - Bir Bilim Tarihi KitabıArthur Koestler · Phoenix Yayınevi · 201319 okunma
·
362 görüntüleme
Ozan K. okurunun profil resmi
Bu kitabı üniversitede Bilim Tarihi dersinde İngilizce olarak okumuştum. Geçen hafta bir kez daha aldim elime. Koestler'in alaycı dili ve özellikle mektuplara varana kadar belgeler üzerinden anlatması, çoğunlukla edebiyata varan ama bir o kadar da akademik nitelikte ikna edici yorumları, kitaba daha önce tanık olmadığım bir atmosfer kazandırmış. Galileo için yazdıklarınız çok doğru ki yazar da Galileo karşısında Keplerci olduğunu bağıra çağıra söyler. Galileo için de çok az sayfa ayırmış zaten kitabında :) Çok güzel bir inceleme olmuş. Umarım daha çok kişinin bu kitapla tanışmasına katkı sağlar.
Özkan Eken okurunun profil resmi
Merhaba Ozan, yazarın belgelere dayalı anlatımı gazeteci etiğine de uygun düşüyor, gazeteci titizliğiyle hazırlanmış bir kitap ve dediğiniz gibi kitaba hakim olan dilin büyüleyici, ikna edici bir yanı var. Kitabın ismi bilim tarihi dersinden aklımda kalmıştı, bu vesileyle okudum. İyi dilekleriniz için teşekkür ederim.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.