Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

288 syf.
9/10 puan verdi
·
12 günde okudu
Kadının Fenni kitabından sonra yüksek beklentilerle başladığım bir kitaptı. Kitap öykülerle başlıyor. Aldatma konulu beş kadının öyküsü. Aldatılan kadın Nesrin, “ikinci kadın” olmaktan gözleri kör olmuş Günce, yine ikinci kadın olan ama mutlu sonuna kavuşabilmiş Ferhan ve son olarak diğerlerinden ayrılan yani aldatan konumunda bulunan Berrin ve Ece. Bu sene aldatma konulu çok kitap okuduğum için olsa gerek hikâyeler kısmında kitap beni biraz itmişti. Berrin’e kadar. Berrin; aldatan bir kadın ve namusu sadece kadına özgüleyen, aldatılmayı sadece nesnesi erkek olduğunda onur kırıcı olarak nitelendiren ataerkil düşüncenin yolunda canını çok korkunç bir şekilde vermiş bir kadın. Berrin’i okurken çok gerildim, midem bulana bulana okudum diyebilirim. İşte bu yüzden Berrin’e kadar diyorum zira Altun aslında şimdiye kadar okuduğum aldatma konulu kitaplardan farklı olarak yüzümüze çarpa çarpa bazı gerçekleri su yüzüne çıkarmak istiyor. Mesela aldatma konusu… Magazin olsun, normal hayatımız olsun aldatan erkek ise buna kimse pek fazla şaşırmıyor. Kadının onuru konuşulmuyor. Ve ikinci kadın konumundaki kişi direkt “yuva yıkan/kaşar/o…pu” olarak nitelendiriliyor. Evdeki kadın suçlanmıyorsa yine iyi, evdeki kadını da “hayatım sen de kocanla ilgilen biraz” diyerek o kocanın hiçbir iradesi, aklı, beyni yokmuşçasına adeta ehliyetsiz ilan edip tüm suçu evdeki kadına yükleyerek akıl tutulması yaşayan insanlar da oldukça fazla tabi. Yani bu denklemde erkek bir şekilde haklı çıkıyor, bu cepte. İkinci denklem ise aldatılanın erkek olması. Eyvah eyvah! Gitti erkeklik onuru(!) O kadının ne namusu var artık, ne yaşama hakkı(!) En hafif ihtimalle rezil edilmekle ve şiddetle (psikolojik/fiziksel/cinsel…) kurtulacak o kesin. Ve garip olan diğer şey aldatılan kişi erkek olduğu zaman ikinci erkeğin pek konuşulmaması. Yani ikinci erkek, ikinci kadın gibi kaşar, namussuz, o…pu olmakla itham edilmiyor. Yani baştan çıkaran yine illa ki kadın oluyor. Erkekler hiçbir şekilde “aldatma” konulu bir olayda suçlanmıyor. Ataerkil düşünce onları bir şekilde aklamayı başarıyor, o da üstünde dururlarsa. Bununla ilgili söylenecek çok şey var ama özetle böyle, aslında hepimizin bildiği, göre göre alıştığı riyakarlıklar; Altun da bu kanayan iki yüzlü yaraya hikâyeleriyle oldukça güzel parmak basıyor. İkinci bölüm tespitlerden oluşuyor. İlkinde yine aldatmak ve aldatılmak kavramlarının üzerinde duruyor. Aldatılmanın aldatılanın üstünde fiziksel bir hastalık gibi etkisi olduğunu belirtiyor Altun. Tabi bunu yine tıp erbaplarını kaynakça göstererek yapıyor. Altun’un en sevdiğim özelliklerinden biri de bu; eğitimini almadığı hususlarda ahkam kesmemesi, kaynakça göstermesi, araştırmalarını sunması, kendi görüşünü bildirirken de “bakın bu benim görüşüm bu ama ben bu konuda eğitim almadım,” şeklindeki uyarıları. Bunu yapmayıp hiçbir eğitim almadığı hususta martaval okuyan öyle yazarlar(?) var ki aklım şaşıyor. Aldatmak ve aldatılmakla ilgili görüşlerim Altun’unkiyle benzer düzlemlerde. Ben de yazar gibi bunun ne kadar acıtan bir şey olduğunu tahmin edebiliyorum ancak bu fiilin özne ve nesnelerine bağlı bunca değişiklik göstermesine, erkek yaptığında normalize edilip kadın yaptığında dünya meselesi haline gelmesine anlam veremiyorum. Hataysa hatadır ve cinsiyeti yoktur, olmamalıdır. Aldatılan kişiyi affetmek veya affetmemek mevzularıyla ilgili keskin düşüncelerim ise var diyemem, Altun’un da ifade ettiği gibi yaşamadan yorum yapılabilecek bir durum değil ve her somut olay kendi içindekileri, yani yaşayanları ilgilendiriyor aslında. O yüzden bilhassa cinsiyetleri baz alarak kesin yargılara ulaşmaktansa herkesin kendi hayatının kararlarını kendi istediği gibi verebilmesi taraftarıyım. Yani aldatmak bir hatadır; kadın için de erkek için de aynı şekilde hatadır ve ne erkek aldattı diye rezil edilmeyi (gerçi bu mevzuda her şey olurlar da rezil olmazlar genelde) ne de kadın bunun için şiddet görmeyi, öldürülmeyi hak eder. Eskilerin dediği gibi koyarsın kapının önüne, senden uzak olur. Tabi ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar için oldukça zor bir durum, hatta olanlar için de getirisi olan psikolojik yükleri kaldırabilmek zor. İki ucu çamurlu değnek dedikleri… İkinci tespit bayan-kadın ikilemi üzerine. Ben çevremde yanlış yerde kullanılan bayan kelimesini düzeltmiyorum. Ama bir toplulukta kadın kelimesini kullanan insanlarla daha kolay iletişim kurabileceğim yönünde bir inancım oluşuyor ilk evrede. Ha bir de bilhassa sosyal medyada inadına, sırf karşı tarafı sinirlendirme saikiyle “bayan” diye diye bayanlar var. Onlar zaten iflah olmayacağı için kafamda muhatap olunası insanlar kategorisine sokamıyorum. Üçüncü tespit çocuk gelin ve pedofili meselesi ki artık malum bir durum, genellikle halı altı yapılmak istense de Altun yine korkusuzca hem görüşlerini bildirmiş hem de tıbbi olarak pedofoliyi -elbette yine kaynakçayla- incelemiş, toplumca bilinen (Müge Anlı’nın programı gibi) olaylarla örneklemiş. Özellikle tıbbi kısımlarda aydınlandım diyebilirim. Daha önce herkesin bildiğinden fazlasını bilmediğim bir hastalıktı. Bunların yanı sıra buradaki tespitte yer alıp kitabın sonunda gerekçeli AYM kararlarıyla da desteklenmiş mülga TCK fıkraları var. Belki on sayfa incelenir bu husus lakin hem Altun’un hem gerekçeli kararların en desteklediğim yanlarını alıntıladım. Dördüncü tespit Türkçe sözlükteki kadın düşmanı akıl almaz tanımlamalar. Altun bunların değiştirilmesiyle alakalı TDK’ye başvurmuş fakat sonuç ne olmuş bilmiyorum. Yazarı sosyal medyadan takip etmiyorum ama umarım istediğimiz sonuca ulaşmıştır. Kitabın sonunda ise belirttiğim üzere AYM kararları var. Gerekçeleri okurken bazen “nE?” bazen ise “helal olsun be” diye diye okuyorsunuz. Eh, hukuk biraz da böyle bir şey. Düşündüren, acıtan, bittikten sonra da düşündürme-acıtma döngüsünden öyle hemen çıkılmayan bir kitap sözün özü. Tamamen hayatın gerçek kanayan yaraları olduğundan olsa gerek…
Kadının Derdi
Kadının DerdiFeyza Altun · İnkılap Kitabevi · 2017596 okunma
·
185 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.