İnsan ilişkilerinin karmaşıklığını anlatma ustalığı..İza’nın Şarkısı macar yazar Magda Szabó’nun en bilinen eseri. Kitapta eşini kaybeden yaşlı bir kadının kızıyla birlikte yaşamaya başladıktan sonraki dönüşümü mercek altında. Ama bu kitap sadece ana karakteri değil, tüm karakterleri bir merceğin altına tutuyor. Bu yüzden ortada İza’ya ait bir şarkı yok aslında. Kitaptaki tüm karakterlerin bir araya gelip koro halinde söylediği bir şarkı var. Bu kadar farklı sesi bir araya getirip, bu kadar dokunaklı bir şarkı yazabilmek, ne büyük marifet.
İzlediğimiz filmlerde, okuduğumuz kitaplarda bir iyi adam, bir de kötü adam olunca her şey nasıl da kolaylaşıyor değil mi? İyinin yanında saf tutulur, kötünün karşısında..Bu kadar basit. Ama hayat böyle midir ki? Her şey siyah ve beyaz kadar net, herkes sadece iyi, sadece kötü müdür ki?
Szabó da böyle düşünüyor olsa gerek ki, okurken, “Allah canını alsın e mi İza” yla “Sen de haklısın İza” arasında mekik dokuyorsunuz. Tüm karakterleri hem çok sevip, hem de hepsinden nefret etme arasında başınız dönüyor.
Karakterlerine bu kadar uzak kalabilmek..Bence bu, bir yazara alkış tutulması gereken becerilerden biri. Çünkü böyledir ya bu işler biraz. İlla bir yerlere taraf olasımız, birine omuz veresimiz lazımdır. Birini kendimize yakın bulasımız, birini yerden yere vurasımız lazımdır. Ama yazar tam da bu noktada durup, hem kendi tutumuyla hem de yazdıklarıyla, insan ilişkilerindeki karmaşa üzerine düşünmeye zorluyor bizi. Ve elimize kimlik, yabancılaşma, yalnızlık, insan ilişkilerinde karmaşayla ilgili çok fazla şey tutuşturuyor. Tüm bunları ne kadar da sade bir anlatımla yapmayı başarıyor.
Herman Hesse’nin “Magda Szabó’yu keşfettiyseniz altın bir balık yakaladınız demektir. Yazmakta olduğu bütün kitapları alın, ileri de yazacaklarını da.” çağrısına omuz vermemek ne mümkün. Szabó tam da böyle; keşfedene, okuyana kendini şanslı hissettiren bir yazar.
E yok bu hissin de linki minki, bi kolaylığı..Bu yüzden belki, Szabó bunun bedelini sizden dirhem dirhem alıyor. Yüreğinizi çiğneyip tükürüyor, başka bir şeye dönüşmüş bir yürekle kalakalıyorsunuz.
Ve ben bu tükürüğü biraz Kundera’dan tanıyorum. Mutlu sonlara bağladığınız umudunu boşa düşüren acımasızlığı da..Bu tükürüğü biraz da Marias ’tan tanıyorum. İnsan ilişkilerinin karmaşıklığını anlatma ustalığını da..Ve belki tam bu kısmında gözüm arka kapaktaki yazıya takılıyor. “İnsani değerlere en bağlı, en idealist kişilerin bile yakınlarını anlamakta nasıl yetersiz kalabileceğini, insan ilişkilerine sızan empati yoksunluğunu anlatıyor.” tanımına.
Nasıl oluyor da bazı yazarlar, birini, hatta kendinizi bile anlamanın imkansız olduğunu bu kadar anlatıp; sizi insanlara, sizi kendinize bu kadar yabancılaştırıp; aynı zamanda sizi başkalarını ve kendinizi anlamaya bu kadar yakınlaştırabiliyorlar?
Ve işte bu, benim sevdiğim yazarların ortak özelliği sanırım: Kalemin ucuyla okurun derisini soymak, altından başka türlü bakmaya başlayan birinin çıkması için el uzatmak..Hasılı, ellerinden öperim Szabo.