Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

304 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Benlikten Kaçış veya Özgürlükten Arınış
Çok fazla, belki gereğinden fazla dillendirilenler, genellikle eksikliği veya yarımlığı hissedildiği için dillendirilir. Bu nedenle noksanlık alametleridirler. Örneğin hak, hukuk, adalet, eşitlik, mutluluk, hızı ve tekniği iyi stoper ve nihayet özgürlük. Bunlardan bahsederiz çünkü yokturlar ve konuştukça da içleri boşaltılır. Konumuz gereği özgürlükten bahsedeceğim, ancak özgürlüğe, yani bireyin özgürlüğüne geçmeden önce, bireyin henüz ortaya çıkmadığı Orta Çağ’a değineceğim. Bireyi anlamak için kültüre, kültürü anlamak içinse bireye odaklanan diyalektik bir yöntem kullanır Fromm. Esasında Orta Çağ’da henüz birey yoktu, dolayısıyla bireysel özgürlük de yoktu ancak insanlarda yalnızlık ve soyutlanmışlık hissi de yoktu. Orta Çağ’da insan, henüz doğmadan önce tüm kuralları ve pratikleri belirlenmiş güvenli bir yaşantının içinde buluyordu kendini. Birey veya kendilik bilinci olmadığı için ruhsal hastalıklar da yoktu veya henüz bilinçlerinde yoktu. Örneğin Orta Çağ’da OKB hastasıyım veya anksiyete bozukluğum var demezdi kimse. Orta Çağ’ın bireyi böyleydi, peki kültürel ortamı nasıldı? Platon’dan Orta Çağ’a dek süregelen bir düstur vardır: “herkes toplumsal yerini bilsin ve ona göre yaşasın.” Bu nedenle oldukça hiyerarşik bir toplumsal düzen var ve konumlar arasında yükselme ve alçalma yok denecek kadar az. Örneğin bir insan kunduracıysa kunduracı kalır, çiftçiyse çiftçi. Ekonomik duruma bakarsak da, Orta Çağ’da sermaye dengesinin olduğunu; ticaret ve ahlak birlikteliğinin korunduğunu söyleyebiliriz. Ancak Orta Çağ’ın sonlarına doğru ticaret bir adım öne çıkmış ve denge yitmiştir. Ticaret ve ahlak birlikteliğinin bozulmasına bir örnek olarak kilisenin cennetten arsa satması, para karşılığı günah çıkarması vesaire gösterilebilir. Sonuç olarak, Orta Çağ’ın güvenli yaşantısından ilk kopuş gerçekleşmiştir ve zamanla; Rönesans ve Reformasyon Dönemiyle, Çağdaş Dönemle insan güvenli yaşantıdan gitgide kopmuştur. Orta Çağ’dan, her şeyin önceden belirlendiği güvenli ve dingin çağdan kopuş esasında bir özgürlük doğurmuştur. Bittabi insan zincirlerinden kurtulmuştur ancak hemen yeni zincirler aramaya koyulmuştur kendine. Yazarın özgürlükten kaçış derken kastettiği de bundan ibaret. İnsan bunu kendine neden yapar? Orta Çağ’dan kopuşun özgürlük doğurduğunu söylemiştim. Özgürlükle birlikte kaygı, güçsüzlük ve güvensizlik hissi, yalnızlık, kuşku vesaire de doğdu. Kendini tanımadığı bir düzende tek başına bulan insan, duygusal ihtiyaçlarını (özellikle aidiyet ihtiyacını) gidermek için çevreye uyum sağlamaya ve türlü gruplara katılmaya muhtaç hissetti. Bu hisler neticesiyle Lutheranizm, Calvinizm, Nazizm, Komünizm, Neo-Nazizm ve daha nice ideolojinin safları boş kalmadı. Kendini küçük hisseden insanın son çırpınışları. Küçüklük hissiyse zaten Kopernik, Darwin, Freud, Kant vesilesiyle (eksik olmasınlar) gitgide kuvvetlenmişti; çağımızdaysa nükleer ve sibernetik gelişmelerle, bilgisayarların ve yapay zekaların hayatımıza daha fazla girmesiyle, nüfus patlamasıyla, virüslerle, savaşlarla, enflasyonla vesaire daha da kuvvetlendi. Elbette bu küçük insan kendine bir kaçış mekanizması hazırlayacaktı. Kitapta kaçış mekanizmalarına dair üç örnek var: yetkecilik, yıkıcılık ve robot uyumluluğu. Yetkeci kişiliğin özelliği yetkeye hayran olması, ona boyun eğmek istemesi ve aynı zamanda kendisinin de bir yetke olmak istemesi. Güce tapar kişilik de denebilirdi. Her türlü otoriteye karşı boyun eğerek benliğini bir nevi öldürmek ve aynı zamanda bir otorite sahibi olmak isteği. Özgürlüğün yükünden kurtulmak isteyenlerin bir lidere boyun eğmesi. Özellikle sado-mazoşistlerde görülen tuhaf bir kişilik örneği. Fromm’a göre sado-mazoşist bir özlem olarak sevgi ve aşk da örnek gösterilebilir. Bu örneğe bir ekleme olarak sugar daddy ve sugar mommy örneklerini verebilirim. Alan razı, veren razı karşılıklı tahakküm altına alma oyunu. Dizilerden örnek verecek olursam da Mindhunter ve Euphroia’yı örnek gösterebilirim. Mindhunter’daki seri katillerin kendilerine seçtiği kurbanlar ve Euphoria’daki karakterlerin kendilerine seçtiği sevgililer, sado-mazoşist özlemi ve arzuyu anlamak için iyi örnekler. Yazarın robot uyumluluğundan kastıysa, bireyin benini yadsıyarak kendini bir robota dönüştürmesi ve sürüye dahil olmasından ibaret. Peki ne yapalım, nasıl özgür olalım? Günümüz insanına robot olmak, büyük çarkların arasında küçücük bir dişli olmak (Chaplin’in Modern Times filmini hatırlayalım) çok acı veriyor. Yani en azından acı verici olması gerekir. Neyse ki Fromm’un birkaç tavsiyesi var: “Bireysellik yanılsamasına kapılmadan, bireysel benliğinizi etkin ve kendiliğinden gerçekleştirin. Böylece özgür olursunuz.” Oldukça basit görünüyor ancak gördüğüm kadarıyla insanlar bireysellik yanılsamasına kapılmaktan kendini alamıyor. Medyayla, kamuoyuyla, değişik türden kitlelerin baskısıyla ve erkleriyle şekillenen günümüz insanının görüşleri, ne yazık ki genellikle kendi görüşü değil. Bir şeyler savunuluyor, bir şeylerden nefret ediliyor ancak meseleye bir üst perdeden yaklaştığımızda görünen o ki, bu insanlar başka birinin (bir kitlenin, grubun da olabilir) kuklası veya onlar ne düşünürse aynısını düşünmekten başka bir şey yapmıyor, papağanlar gibi. Bunun nedeniyse sözünü ettiğim korku, kuşku, yalnızlığın yükü, aidiyet ihtiyacı, güven ihtiyacı, ruhsal doyum vesaire. Bir insan kendini tüm bu dalaverelerden sıyırıp kendiliğinden eylemeye nasıl geçer, kendi benliğinin farkına nasıl varır açıkçası bilmiyorum. Önceden saflığımdan gelen cesaretle eğitim derdim ancak şimdi benliğin kendiliğindenliğine karşı en büyük engel olarak eğitimi görüyorum.
Özgürlükten Kaçış
Özgürlükten KaçışErich Fromm · Say Yayınları · 20161,555 okunma
·
412 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.