"Neresi olduğunu bilmediğim bir yerim sızlıyor."
Galiba kitabı okurken ve bitirdikten sonraki hislerimi en iyi anlatabilecek olan söz, yine kitapta geçen bu söz. Sızlayan kalbim mi, ruhum mu, geçmişim mi, yoksa geleceğim mi?.. Bilmiyorum ve kitabın oluşturduğu duygu yoğunluğuyla ilk kez bir incelemeyi ağlayarak yazıyorum. Çünkü
Dokunmadan, adının aksine yüreğe dokunmadan geçen bir kitap değil.
"Şuramda bir şeyler var
Sahiden bir şeyler var
Haykırmadan anlatamam." Diyor ya
Dokunmadan, 29 yaşındaki Adalet'in bir gün ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenmesiyle başlıyor. Adalet, bu yaşına kadar hayata ve insanlara dokunmadan, etliye sütlüye karışmadan öylesine yaşayıp giden bir karakter.
Hayattan bu derece kopuk yaşamasına rağmen onu bu kadar erken kaybedeceğini anlayınca aslında hayatı sevdiğini fark ediyor Adalet. Ve çocukluğundan beri yakasını bir türlü bırakmayan suçluluk duygusuyla ilk günahını düşünmeye başlıyor. Çocukken bir arkadaşının oyuncak ayısını ondan aldığını hatırlıyor ve onu sahibine geri vermek için düşüyor yollara...Bu kısımdan sonraki olayları her ne kadar anlatmak istesem de tat kaçıran olmaması adına burada bırakıyorum.
Biraz da kitabın derinlerinde anlatılanlara değinmek istiyorum. Adalet anne babası tarafından sevilmemiş ve sevgisiz büyümüş biri. O küçük kız çocuğuna sarılmayı o kadar çok istedim ki okurken... Çocukluk dönemindeki eksikliklerin, yaşananların insanın hayatını nasıl şekillendirdiğinin iç acıtan bir örneği Adalet.
"Bir insanın anavatanı çocukluğudur." diyor Epictetus. Bu sözün doğruluğunu Adalet'in hikayesinde bir kez daha görüyoruz. Çocukluğunda sevilmeyince Adalet de sevilmeme korkusuyla kimseyi sevmemeye karar vermiş, kabuğuna çekilmiş, ördüğü duvarların arasında yaşamış hep, kimseye Dokunmadan...
Kitabın vermek istediği mesajı net olarak verdiğini düşünüyorum. Hayat korkarak yaşamak, adım atmayı beklemek için çok kısa. Ne olacaksa olsun deyip içinden geçeni yapmalı, söylemeli insan.
Özdemir Asaf'ın da dediği gibi:
"Sakın bir şey bırakma yarına
Yarın yok ki."
Verilmek istenen mesaj demişken kitaptaki şu alıntıyı da eklemek istiyorum:
"Bir hayatım daha olsa, korkmadan dokunmak için yaşardım onu. Bir keklik beslerdim ellerimle, varsın uçsun sonunda. Bir çiçek büyütürdüm, varsın solsun sonunda. Bir omuz ısıtırdım, varsın gitsin sonunda. Dokunurdum.
Ben eriyene dek, o eriyene dek, biz hiçleşip karışıncaya dek bu derin boşluğa, dokunurdum. Ama yok bir hayatım daha. Bir hayat daha yok."
Kitabı bu kadar anlatıp yazarından söz etmemek olmaz.
Nermin Yıldırım'ın kalemine bayıldım, sanki yazmamış da kelimeleri dans ettirmiş. Öyle bir güzellik. Oldukça akıcı bir şekilde yazmış, mizah ve hüzün gibi zıt kavramları güzel bir şekilde harmanlamış. Konusuyla derinden etkilerken muzipliğiyle de gülümsetti sık sık. Bu açıdan sadece kelimeleri değil okurun duygularını da dans ettirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Yazarın kalemini merak etmeme rağmen hep erteliyordum. Yazarı öne almamı sağlayan