DİPÇE :
Coetzee, "Barbarları Beklerken" adlı eserinde Apartheid rejiminin özdeş işleyişine sahip bir devlet kurgulamıştı.
1994'te güncellenen bu yasaya baktığımızda insanlık adına bir utanç tablosu belirir.
Beyazın ve siyahın mekansal bölünmesinden cinsel birliktelik engellerine; eğitim alanındaki ayrımcılıktan, ücret ve istihdam eşitsizliğine...uzayan maddeler.
Coetzee'nin bu rejimin karşısında verdiği onurlu savaşla anılacağı kuşkusuz.İnsanlığın rezaletiyle yüzleşmesini istiyor yapıtları aracılığıyla.
Utanç'ta da bu kodların izini sürmek kaçınılmaz olacaktır. Kişisel bir hikayenin elinden kopmuş utançların izini...
Entelektüel olma hakkını beyazın kazandığı dünyada Profesör David, primitif dürtülerini de ait olduğu topluma uyumlayabilmiş midir?
Yoksa ilkellik yerlilerin onulmaz vasıflarından biri midir?
İnsanların koydukları yasanın karşısında evrenin döngü yasasının işlediğini beyaz bir yazarın kaleminde görmenin dışında, bir hak tesliminden söz eder bu eser. Acımasız, şefkatsiz bir teslimdir bu.
Yazar, önce öğrencisine karşı etik dışı yaklaşımıyla kalemi kırılan David 'in utancıyla tanıştırır okuru. Profesörün buradaki tavrı tartışma yaratır. Pişmanlık ya da yüzleşme. 52 yaşında dul bir erkeğin öğrencisine karşı cinsel zorbalığı okurun önüne yaka paça edeceği bir karakter olarak atılmışken yazarın ikircikli tavrı sezilir.
Profesör David, Byron hayranıdır.Burada konu bağlamında Byron'a bir parantez açmam gerekirse , onun ülkesini bırakıp gitmeye iten şey de üvey kız kardeşine aşık olduğu yönündeki dedikodulardır.
“Eğer bu dedikodular doğru değilse İngiltere bana layık değildir, lakin bu dedikodular doğruysa da ben İngiltere’ye layık değilim.” der ve Yunanistan'a gider.
David de benzer bir duruş sergiler. Sadece suçu üstlenir, okuldan ve şehirden uzaklaşır.
David ile Byron arasındaki bu bağ, karakterini koruma içgüdüsüyle yapılmış romantik bir tavır olarak değerlendirilebilir.
Yıkımın başlangıcı olarak gördüğümüz bu olay sonunda David, kızı Lucy'nin çiftliğine gider ve orada yaşamaya başlar.
Her şey yolunda görünür ilkin çok geçmeden şehirde veya kırsalda insanın dokunduğu her yerde biten kötülük, belirmekte gecikmez.
Hayvanlar da insanın içindeki kötülükten kurtulamaz. Köpek bir metafordur belki burada ama sahiplenilmeyen köpeklerin belli bir süre sonunda uyutulması ve yakılması gerçeği de modern toplumun utanç hanesine işlenir. David bu utançla kendi utancının izini silmeyi dener bir süre sonra.
Lucy'nin çiftliği siyahi kesimin ağırlıklı olduğu bölgededir.
Apartheid rejimi güncellenmiş ve yerli halk, kendi adına toprak sahibi olmaya başlamış, kendi toprağında köle olmaktan bir yerde kurtulmuştur. Özgürlük henüz çok tazedir tıpkı yüzyıllardır süren köleliğin ve ötekiliğin taze olduğu gibi.
Bu bölümde tam bir ödeşme hikayesi ile karşılaşırız:
Lucy, David'in elinden başkahramanlığı alır bana göre.
Okuru bıçak sırtında gezdiren bir karakter çizmiştir yazar. Onu anlamak ve anlamlandırmanın zorluğunu yaşatır bize.
David ve Lucy'nin kişisel hikayesinde, Güney Afrika'nın utanca bulanmış tarihini okuruz.
Lucy, yerliler tarafından fiziksel ve cinsel tacize uğradığında tarihin öfkesini hisseder. El değiştiren gücün öfkesini. Nefretle bütünleşen cinselliğin, eril benlikte yarattığı hazzı sorgular.
Batı'nın bütün maskesini indirir ve teslimiyetinde bir çığlık yükselir: Tarihin ektiği bu kötücül tohumun asla bitmeyeceğini, bu cezanın ödenmesinin elzem olduğunu haykırır.
Beyaz toplumun kendi eliyle daralttığı dünyasında edimsizliğin adıdır Lucy.
Bedenindeki kara tohum; atalarının günahının ve lanetin hiç bitmeyeceğini gösterir ya da iyimser bir yaklaşımla her iki toplumun da ilkelliklerinden özgürleşerek gerçek anlamda yaşamı paylaşmalarının gerekliğini...
Coetzee bunun peşinde olmalı...
Esen kalın.