Ağrıdağının doruğuna yakın yerinde, güneybatı yamacında bir göl vardır, adına Küp gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir göl. Som mavi bir sudur. Kuyu gibi. Kırmızı, keskin, ışıltılı kayalıkların dibindedir. Her yıl bahar gözünü açar açmaz Ağrıdağının tekmil çobanları gölün kıyısına gelirler, güneş damgalı kepeneklerini bakır toprağın üstüne serip gölün kıyısına sıralanırlar, kavallarını çıkarıp doğan günle birlikte Ağrıdağının öfkesini gün batımına kadar çalarlar. Ağrıdağı çobanları güzel, kara, kederli gözlülerdir. Uzun, çok güzel parmakları vardır. Bazısının gür, altın sakalları dalgalanır. Küçücük bir ak kuş çobanlar gölün kıyısında kaval çaldıkları sürece üstlerinde döner durur. Gün kavuşunca çobanlar karanlığa karışıp giderler. Ve tam bu sırada da tepede dönüp duran ak kuş gölün üstüne süzülüp iner, kanadını suyun som mavisine daldırır, sonra da karanlığa karışan çobanlarla yok olur gider...
Yaşar Kemal okumayana, okur denir mi bilemedim? Manchester Guardian’ın dediği gibi Yaşar Kemal’in romanları Tolstoy’un çapına ve Dickens’ın canlılığına sahiptir. Okurken hissettiğiniz a bizim oralar bura ya dediğiniz, dil kullanımı, ağız rolleriyle, zengin şiirsel anlatımıyla okurken bir sayfa daha bir sayfa daha diye diye bir günde bitebilecek bir kitap. Ahmet’le Gülbahar arasındaki aşkı konu alan kitap Gülbahar’ın babasının yani Paşanın atının gelip Ahmet’in kapısının önünde durmasıyla ve törenin ön planda tutulmasıyla başlar ve olaylar bu çerçevede gerçekleşir. Bu iki sevdalı bir yana bence esas karakter Memo. Uzaktan sevmenin ince ruhlu halini yansıtan Memo. Bir tutam saç uğruna düşünmeden canını verecek kadar, sevdiği kızı başkasıyla birlikte gören ve üstüne düşen son görevini yapıp asilce veda eden bir genç. Bu kara sevdanın laneti Ahmet’le Gülbahar’ı bir daha mutlu etmemeye yemin ediyor gibi. Kısaca bu şekilde ilerleyen kitap, ruhunuza dokunacak ve kendinizden bir şeyler bulacaksınız.
İncelememi şu şekilde bitirmek istiyorum;
Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.