Öykü, geçmişte yaşadığı kazanın travmasını atlatamamış, kayıplarının acısını hala en derinlerinde yaşayan, üzerine bir de nişanlısı ve tek yakın arkadaşının ihanetiyle, kendini dış dünyaya tamamen kapatan ünlü bir yazardır. Kendini bulmaya çalıştığı bu günlerde gelen bir telefonla babaannesinin ölüm haberini alır ve nefret ettiği o çiftliğe gitmek zorunda kalır.
Geçmişin derinliklerinden gelip, ölümünden önce bıraktığı sandık dolusu eşya ve mektuplarla geçmişin kapılarını ardına kadar açan ve geçmişin aslında göründüğü gibi olmadığını o tozlu sayfalarda en ince ayrıntısına kadar anlatan babaanne Piraye...
Ve son nefesinde ona verdirdiği sözü yerine getirmeye çalışan, aynı zamanda Piraye Hanım'ın avukatı olan Doruk...
Acının nefrete, nefretin pişmanlığa dönüştüğü, sevginin iyileştirici etkisi ve affetmenin huzuruyla yeniden var olmanın ve görünenin ötesindeki bilinmeyen gerçeklerin ortaya çıkmasının çarpıcı hikâyesi.
Ayşegül Çiçekoğlu'nun her kitabı birbirinden güzeldir ama bu çok başka olmuş. Çıta noktası dediğimiz bir evre vardır ya işte o evreye ulaşmış. Romantik dram türünde kült olacak bir kitap yazmış. Geçmiş ve gelecek arasındaki bağlamı, olay örgüsünü, karakterlerin psikolojisini, yaşanılanlar karşısında tepkilerini, söylenen yalanları, kadın olmanın her dönemde zorluğunu, acıyı, gerçek aşkı, özlemi, kaybedilen zamanı, yitirilen hayatları, pişmanlıkları, affedebilmeyi hatta toprağı, çiçekleri, doğayı o kadar güzel, nahif ve ahenkli cümlelerle tasvirleyerek yazmış ki, gerçekte yaşıyormuşçasına, kusursuz bir duygu seline kapılıyor insan. Öyle ki, duygu ve düşüncelerimi anlatabileceğim herhangi bir söz dizimi bulamıyorum. Ne söylesem Öykü gibi eksik, ne yazsam Piraye gibi yarım kalacak.. Her ne kadar gözyaşlarım gözümden dökülse de aslında ağlayan kalbimle okudum ben. Bu yüzden sizler de mutlaka kendi duygularınızın ışığında okumalısınız.