Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

432 syf.
10/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Rusya’dan sonra güya politika kitaplarına ara vermiştim, gel gör ki kurgu kitaplarından öyle bıkmış olmalıyım ki kendimi dünyanın insan haklarına en saygılı, en özgürlükçü ülkesi Kuzey Kore’yi (!) okurken buldum. Doğduğum yerin topraklarını ayrı, yaşadığım yerin topraklarını ayrı öpesim geldi. Gerçek olduğuna inanmakta zorlandığım bir ülkedir Kuzey Kore. Bu kitaptan sonra bu hissim yine pekişti. Gerçek olamayacak kadar dev bir hapishane. Rusya’yı okurken üzüntüden de ziyade halkın kuzu kuzu koyunluğuna öfkeleniyordum. Çünkü her şey başka olabilirdi, insanlar seslerini çıkartıp bir araya gelseler belki tüm baskıya rağmen, tüm “ses kesme” çabalarına rağmen dengeler değişebilirdi. Turuncu Devrim diye bir gerçeklik vardı, Rusya için de mümkün olabilirdi. Fakat Kuzey Kore’yi okurken hissettiğim öfke değil üzüntü oldu. Çünkü buradaki insanların ses çıkarmayı geç düşünmeleri, düşünmeyi geç dış dünyayı öğrenmeleri bile ihtimaller dahilinde değil. Aldığın nefes bile neredeyse izne tabi. İtaat etmekten başka çaren yok, şu şarkıyla büyüyorsun: ‘Babamız, dünyada kıskanılacak hiçbir şey yok. Yuvamız, İşçi Partisi’nin kanatları altında.’ Dünyayla ilgili hiçbir şey bilmene izin verilmiyor, senin için tek dünya Kuzey Kore. Kendi doğum gününü değil, Kim İl-sung ve Kim Cong-il’in doğum gününü kutluyorsun. Bir dini inanca tutunup avunmak istesen alenen yapamazsın, din yasak. Bir tek bize inanacaksın diyor baştaki diktatör, alt erkek soyumla beraber sadece bana inanacaksın. Her evde, her yerde portreleri var, asmamak yasak, ansızın kontrolde güme gidebilirsin. Komünizm palavraları yüzünden açlıktan kırılan bir halk, öyle ki kimyasal gübre açığı yüzünden halk kendi dışkılarını toplayıp teslim etmek zorunda. Tabi bu sırada halkı sefaletin bin bir türlüsünü yaşarken keyfinin iplerini ellerinden bırakmayan, şişmanladıkça şişmanlayan, biricik midesine bayram ettirmekten vazgeçmeyen, çoğunlukla hayali düşmanlarına çalım satan ve bu uğurda yine halkını harcayan bir diktatör. Dedim ya, gerçek olamayacak kadar garip bir ülke. Halkının cahil kalmasını elbette isteyecek, bir diktatör için gözü açılan bir halktan daha beter kim veya ne getirebilir başına belayı? Hayali düşmanlarından bile bu kadar korkusu olmaz diktatörün, halkının bilinçli olması kadar korkmaz düşmanlarından. 20’li yaşlarından sonra kadınların regl olduğunu öğreniyor erkekler, o da iyi bir eğitim alma şansına nail olabilecek bir sınıfa mensuplarsa elbette. Kitaptaki kadın karakterlerden biri 26 yaşında öğreniyor nasıl bebek yapılabileceğini. Yani halk sadece siyasi alanda değil her alanda cahil kalmaya mecbur. Sınıf mevzusu açılmışken; komünizm=eşitlik=sınıf farkı olmaması bla bla… Tabi bunlar ütopya elbette, Kuzey Kore de kendi komünizm tanımında bu ütopyaya o kadar uymuş ki (!), sürekli lanet olası emperyalistler lanet olası kapitalistler diye diye Amerika ve Güney Kore’ye küfürler savurmalarına rağmen ülkede sınıf sistemi var. Belli başlı sınıfların yükselme imkânı var, diğerlerinin pek yok, puan sistemiyle işleyen bir ülke. Yüksek bir sınıfta olup alt sınıftan biriyle evlenirsen puanın düşer, kendi ellerinle kendi yolunu tıkamış olursun. Yani daha doğduğun an belli neler için mücadele etmemen gerektiği. Televizyon yasak, televizyona sadece devlet izniyle belli başlı kişiler sahip olabiliyor ve ancak devlet kontrolüyle bir şeyler izleyebiliyorlar. Gece veya ansızın -elbette izinsiz olarak- evinize yapılan bir baskınla televizyonda ne izlediğinize bakılabilir. Devletin izin vermediği bir şeyi izliyor olabilir misiniz acaba diye. İnternet zaten söz konusu değil. Kitapta Güney Kore’ye kaçan, kendi ülkesinde üst düzey bir çalışan olmasına rağmen güneyde nihayet tanışabildiği internet karşısında nasıl bilgisiz, nasıl bir çocuk gibi kaldığını anlatan bir Kuzey Koreliyi de okuyoruz. Tüm bunlar bir yana açlık ve kıtlık mevzusu var tabi. İnsanlar açlıktan köpekleri, insanları, bebekleri yeme raddesine geliyor. Açlığın insana neler yaptırabileceğini en çok gördüğüm kitaplardan biri oldu bu kitap. Karınlarını doyurmak için yapmadıkları, yapamayacakları şey yok ki artık devlet görevlileri bile rüşvet olarak karınlarını doyuracak şeyler istiyor. İnsanlar ölü görmeye karşı hissizleşiyor. Öğretmenler açlıktan ölen çocuk öğrencilerine, doktorlar açlıktan ölen çocuk hastalara hissizleşiyor. Zira yaşamak için başka çareleri yok. Hayatta kalmak istiyorsanız sadece kendi karnını doyurmaya odaklanacaksınız. Zira devletin size yardım için o hiç bilmediğiniz dış dünyadan gönderilen yiyeceklere bile ne yaptığı meçhul. Gerçekten kıskanılacak hiçbir şey yok değil mi, açlıktan ölebilirsiniz ama dünyada kıskanılacak hiçbir şey yok! Dostlar alışverişte görsün tutumları ise baki tabi, ülkeye turist olarak gitmeniz oldukça zor, gitseniz bile nereye gideceğinizi nereleri göreceğinizi elbette devlet, başınıza adam dikerek belirliyor. Otele bırakıldıktan sonra dışarı çıkma yasağı var. Görüntü almak tehlikeli. Turist olduğunuz için açlıktan kaburgaları sayılan, omuriliği fırlamış çocukları, sokaklarda ölen insanları görmüyorsunuz tabi. Zaten öyle şehir şehir gezeyim her yeri göreyim diye bir şey düşünemiyorsunuz bile. Göreceğiniz şeyler devletin belirleyeceği şehir(ler)de mutlu bir halk (ki halkla konuşmanız yasak, maazallah soru sorarsınız ya da dünyada kıskanılacak bir şeyler olduğuna dair şüpheler uyandırırsınız), ışıl ışıl sokaklar (normalde neredeyse hiç söz konusu olmayan aydınlık sokaklar ve siz gittikten sonra sizinki de söndürülecek olan), diktatörlerin devasa heykelleri, izin verdikleri alanlarda görebileceğin yine diktatörlerin hayatlarıyla ilgili şeyler vs. vs. Bir insan neden Kuzey Kore’yi seyahat etmek ister onu da bilmiyorum gerçi, gazeteci değilse veya mesleğiyle bir ilintisi yoksa aklı başında kimse transit bile geçmek istemez muhtemelen. Zira inanılmaz yaptırımları var. Gerçek olamayacak kadar saçma sebeplerle kurşuna dizen bir ülke. Turistseniz yine bir nebze şanslı olabilirsiniz, çalışma kamplarına veya hapishaneye gönderilebilirsiniz. Şans dediğime bakmayın tabi ki, dünya standartlarıyla değil Kuzey Kore standartlarıyla şanslısınız. Bir de orada uzaktan bir Kuzey Koreliye falan âşık olursanız hep içinizde kalır, yapmayın etmeyin gitmeyin. :) Hoş, Kuzey Koreli olsanız bile içinizde kalırdı zira flört gibi durumlara da -asla şaşırmayacağımız üzere- hoş gözle bakılmıyor ve herkes robotik bir şekilde görücü usulüyle evleniyor. Devlet sizin gönlünüzü de belirler, rahat olun, arkanıza yaslanın ve sadece öleceğiniz günü bekleyin. Zira hiçbir konuda başka bir çareniz yok. Söylenecek daha çok şey vardır belki, aklımda esen rüzgârlar bunlar. Kitap daha çok Kim Jong-un’un babası ve dedesi dönemlerini anlatıyor. En son “Üçüncü Jenerasyon” başlığı ile Kim Jong-un’u okuyoruz biraz. Birtakım şeyler eskiye oranla daha iyi olmuş. Yine Kuzey Kore standartlarıyla düşünün tabi. Dediğim gibi, gerçek olamayacak kadar garip olduğu için her şey, Rusya’yı okurken hissettiklerimin aksine, öfkeli olmaktan ziyade kurgu okumuş gibiyim. Son olarak, bahsetmek istediğim bir nokta daha var. Sıklıkla Rusya’nın ismini zikretme sebebim sevgili Politkovskaya’nın kitaplarını peş peşe okumuş olmamdı bu sene. Bu yazarla Politkovskaya’yı birazcık karşılaştırmak ve kendimce bir tespitte bulunmak istiyorum. Barbara Demick’i okurken duygulardan arınmış bir gidişat fark ettim. Her şeyi olduğu gibi anlatan bir gazeteci portresi Demick. Politkovskaya’nın kitaplarında ve yazılarında ise öfke, üzüntü, hayal kırıklığı ve hüzün çok, çok daha barizdi. Amacım Demick’i kötülemek değil, zaten haddim de değil ki kitap mükemmel, yazarın emeklerine çok büyük saygı duydum. Söylediğim gibi benimki sadece naçizane bir tespit. Fark şu ki, Politkovskaya kendi ülkesine çabalayan, kendi ülkesine yazan bir gazeteciydi, anladım ki insanın kendi ülkesine ağlamasına benzemiyormuş hiçbir şey.
Kıskanılacak Bir Şey Yok
Kıskanılacak Bir Şey YokBarbara Demick · Redingot Yayınevi · 201720 okunma
·
202 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.