Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Seansta Bilinçdışı Düşlemin Bulunup Çıkarılması: Biçimin Tanınması
Kristeva (1984) "Şiir Dilinde Devrim" metninde kendisinin dilbilimsel bir kuram geliştirmesindeki yardımlarından dolayı Melanie Klein’a borçlu olduğunu belirtir ve kuramında Oidipus öncesi beden mefhumuna yeniden itibar kazandırır. Lacancı bir çerçeve içinde çalışmakla birlikte Kristeva, ayna evresinden önce meydana gelen, örneğin bedensel dürtülerin dilin içinde kendilerine yol açması gibi, bazı süreçleri Lacan'ın gözden kaçırdığını düşünür. Kristeva'nın görüşüne göre, Klein'ın erken döneme ait Oidipus öncesi evreyle ilgili betimlemesi, kendisinin “semiyotik” olarak adlandırdığı şeye denk düşer. Ben de bu kavramı ödünç alacağım, çünkü farklı bir kavramsal çerçeveden geliyor da olsa gene de aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum. Kristeva dili oluşturan anlamlandırma süreci içinde iki ayrı boyut olduğunu belirtir: Semiyotik ve simgesel. Bunlar arasındaki diyalektik ve eklemlenme karşımıza ne tür bir söylemin çıkacağını belirler. Semiyotik “anlamlandırma sürecinin psikosomatik bir biçimidir” (Kristeva, 1974, s. 28). Kelimelerin düz anlamlarından çok dilin prozodisi (vurgu, kontrast, ritim, tonlama gibi özellikleri) aracılığıyla ortaya çıkan dürtülere (Yaşam ve Ölüm dürtülerine) bağlı coşkusal bir alandır. Aynı zamanda, her insan için ritim ve hareketlerin kaynağı olan anne bedeniyle de ilişkilidir. Kristeva "anlatı öncesi kılıf” olarak adlandırdığı şeyi “kişiler arası bağlamda dürtüleri temel alan, hem ruhsal hem de öznel coşkusal bir deneyim" olarak betimler (Kristeva, 2000, s. 773). Erken dönem anlatısının mantığına nokta atışıyla yapılan bu vurgunun tersine, Kristeva, Klein'ın ve Klein sonrası yazarların kaygı üzerinde durmasına ve kaygının hem anne hem de analist tarafından düşüncenin bir ön şartı olarak kabul edilmesini önemli bulmalarına değer verir. Kristeva'ya göre, dilin anlam kazanabilmesi için simgesel ve semiyotik yatkınlıkların birbirine eklemlenmesi gerekir (Kristeva, 1974; Barrett, 2011). Örneğin neşe çağrıştıran sözlere hüznü çağrıştıran bir müzik eşlik ederse bu kafa karışıklığına yol açar. Kristeva annenin bedenini ilk olarak tını, ses, ritim olarak deneyimlenen bir beden olarak görür ve seslerle insan bedeni arasında bir bağlantı meydana getiren biyolojik dürtülerden türeme hareketliliği veya kinetik ritmi betimlemek için "khora" terimini önerir. Bu terim, bir kap, muhafaza tarzında, “biçimlerin” tutulduğu aralık anlamına gelen Eflatun'un “khora" [mekân] mefhumuyla da bağlantılıdır. Kristeva'ya göre dürtüler bedeni anneye bağlayan ve yönlendiren "semiyotik" işlevler içerir (bunun aynı zamanda Bion'un ilk başta "proto-zihinsel” sistem, daha sonra ise "soma-psikotik” diye adlandırdığı sisteme denk düştüğünü düşünüyorum) (Meltzer, 1986; Bion, 1975). Bana kalırsa erken dönem ilişkisinin ve anne bedenine ilişkin düşlemlerin parçası olan bu semiyotik yönler dünyayı deneyimleme ve ötekilerle iletişim kurma biçimimiz konusunda çok önemli bir rol oynar. Hastanın konuşma ritmi, sözel ifadesinin "müzikalitesi”, kelimelerindeki yoğunluk, seslere ve sessizliğe karşı hassasiyet gibi meselelerin ve analistin fizikselliğiyle ilişkili olarak uzama dair meselelerin seansta güçlü bir etkisi olabilir.
Sayfa 99-100, Catalina BronsteinKitabı okudu
·
156 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.