Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

496 syf.
·
Puan vermedi
Dostoyevski'yi Bir de Böyle Okuyun!
Dostoyevski’nin birbirinden değerli on dört öyküsünden oluşan kitap Ergin Altay çevirisiyle sunulmuştur. Dürüst olmak gerekirse ben çevirmen konusunu bir takıntı haline dönüştürdüğüm için kimi öyküleri Nihal Yalaza Taluy çevirisinden okuyabilme arzusuyla farklı yayınevlerine yöneldim. Kitabın, ‘Ön Söz’ kısmında Gary Saul Morson’un “Çelişkili Dostoyevski” başlıklı yazısı yer alıyor ki ilgiyle okuduğum bir bölümdü. Dostoyevski’nin çelişkiye olan merakından, kendine özgü mizah anlayışından, olasılıklardan, paradokslardan bahseder. Ve bütün bunlara yazarın eserlerinden çeşitli örnekler verir. Farklı bir bakış açısı kazandırabilecek faydalı bir inceleme olmuş. Kesinlikle okunmaya değer. Ardından David Magarshack “Dostoyevski” başlıklı yazısıyla karşılıyor bizi. Dostoyevski’nin doğumu, hayatı, mahkumiyeti, dergileri ve eserleri hakkında bilgi veren faydalı bir incelemeydi. Öykülerin içeriğine geçmeden önce okumanızı gönül rahatlığıyla tavsiye edebileceğim bir kitap olduğunu söylemeliyim. Dostoyevski farkını koymuş ortaya diye düşünüyorum. İğrenç Bir Olay (1862): 1862’de Dostoyevski ile kardeşinin dergisi Vremya’da yayımlanan bu öyküyü Nihal Yalaza Taluy çevirisinden okuduğumu söylemeliyim. Söz konusu Rus edebiyatı olduğunda çeviri için her zaman ilk tercihimdir kendisi. En kaba tabiriyle “Hayaller ve hayatlar” dediğimiz şeye güzel bir örnek olarak görebiliriz belki de bu eseri. İyi niyetle, asil duygularla hayaller kurup bunların gerçekleşmesini bütün ruhumuzla arzulayabiliriz. Hatta bu hayallerimizin ateşli savunucuları olup insanların bizim asil hayallerimizin üzerine düşürdüğü gölgeyi bir el fiskesiyle savuşturmayı deneyebiliriz. Belki bu konuda başarılı olabiliriz de. Lakin hayat denilen o gerçek, işlerin hiç de öyle yürümediğini ve ne yazık ki bu son derece iyi niyetle inşa edilmiş hayallerin gerçekleşemeyeceğini acı bir şekilde bize gösterir. Bazen bu uğurda utanca boğulabilir, kızarabilir ve belki de kendimizi hiç istemediğimiz durumlara düşürebiliriz. En azından durum İvan İlyiç için tam olarak böyle oldu. Bu noktada Dostoyevski’nin eşsiz ruhsal analizleri devreye girmiş ve bizi kitabın içine öyle ustalıkla çekmeyi başarmış, karakterle bizi öylesine bütünleştirmiş ki kendimizi İvan İlyiç ile sıkıntı ve utanç içinde bir köşede oturmuş işleri daha iyi hale getirebilmek adına fırsat kollarken bulduk. Onunla utanıp, bozardık, sıkıldık ve yine onunla bu durumdan sıyrılabilmek için çabaladık. Konuya kısaca değinmek gerekirse; Petersburg’lu üç generalin bir araya gelip sohbet ettiği küçük doğum günü toplantısında İvan İlyiç başkalarına karşı, hatta emri altındaki astlarına karşı bile daima iyi davranmak gerektiğini savunur. Hümanizme bütün ruhuyla inanıyordur ve düşüncelerini heyecanla paylaşmaktadır. Lakin dört elle sarıldığı bu fikirler Semyon İvanoviç tarafından alaya alınır. Oradan ayrıldıktan sonra düşüncelerini kendince bir ispata kalkışarak bir memurun düğününe katılır. Ama her şeyi eline yüzüne bulaştırır ve hiçbir şey tasarladığı gibi gitmez ne yazık ki. Karakterlere gelirsek; ev sahibi Stepan Nikiforoviç, bencil olduğu için evlenmemiş, namuslu bir centilmendir. Semyon İvanoviç, evli, asık suratlı bir adamdır. Asıl kahramanımız İvan İlyiç Pralinskiy, bekardır; zengin hatta sosyeteden bir kızla evlenmenin hayallerini kuruyordur. Oldukça zeki, aşırı titiz ve son derece gururludur. Biraz da hayalperesttir. Uysal Bir Kız (1876): Karısı intihar eden anlatıcının bu travma anında biz okuyucuya her şeyi baştan anlatma isteğine kapılıp, belki de hastalıklı bir ruh haliyle giriştiği bir çabanın sonucudur ‘Uysal Bir Kız’. Daha en baştan sonunu bildiğimiz bu öyküyü yine de merak ve heyecanla okumaktan kendimizi alamayız. Dostoyevski’nin hepimizi hayran bırakan psikolojik analizleriyle birlikte okumaktan ziyade yaşadığımız bir öyküdür. İletişimsizlik, anlayışsızlık, insanın kendi içinde yaptığı hesaplar sonucu sergilemeyi zorunlu gördüğü davranışların ve egonun sakin, uysal bir kızı intihara kadar sürükleyebileceğini göstermiş bize Dostoyevski. İnsan ilişkilerinde iletişimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Herkesin okumasını isteyeceğim bir öykü. Herkes okusun ki kimse aynı hataları yapmasın. Bir hayat daha yeryüzünden kayıp gitmesin! “Oysa şimdi gene boş odalar, gene yalnızlık... İşte saatin sarkacı vuruyor, başka işi yok onun, üzülecek bir şeyi de yok. Kimsecikler yok, acı olan bu işte!” (Sf. 170) “’İnsanlar, birbirinizi sevin!’ kim söylemişti bunu? Kimin öğüdüydü bu?” (Sf. 172) Tuhaf Bir Adamın Rüyası (1877): Merhamet ve sevgiyle kurulan bir düzen hayalinin resmidir belki de bu öykü. Keşke hırs, acımasızlık, kıskançlık gibi kötü bütün duyguların dünya üzerinden silinip salt sevgi ve merhametle, çıkar nedir bilmeden yaşayabildiğimiz, ‘günahla kirlenmemiş’ bir dünya olabilseydi. O zaman da sıkılır mıydık acaba mutluluktan? Biz insanoğlu için şikâyet etmeden, memnuniyetle yaşadığımız bir dünya mümkün olabilir mi? “Önemli olan, kendini sevdiğin gibi başkalarını da sevmen.” (Sf. 195) Dürüst Hırsız (1848): Yaşanan küçük bir hırsızlık sonucu Astafi İvanoviç, geçmişte başından geçen bir olayı hatırlar. Ve dürüst hırsızın hikayesini anlatır. Yine bir acıma ve insan sevgisinin olduğu güzel ve duygusal bir öyküdür. “Bence hırsızdan daha iğrenç bir yaratık yoktur yeryüzünde. Senin çalışarak, didinerek, alın teri dökerek elde ettiğin kazandığın bir şeyi adam babasının malıymış gibi alıp gidiyor...” Noel Ağacı ve Bir Evlenme (1848): David Magarshack, öyküyü “Aptal bir sosyal düzenin kurbanı olan çaresiz bir genç ile evleneceği genç kız ile konacağı serveti beş yıl öncesinden dahiyane bir şekilde tahmin ederek gözünü karartan orta yaşlı meslek düşkününün köşeyi dönme arzusu arasındaki zıtlık.” Sözleriyle çok güzel özetlemiş. Bende “Hesap kitaplarla drahoma için yapılan bir düğün hikayesi” demekle yetineceğim. Zaten söylenecek söz kalmamış bize. Bobok (1873): “Birinin Notları” alt başlığıyla ilk olarak “Bir Yazarın Günlüğü”nde yayımlanmış, en az bilinen son dönem eserlerinden bir tanesidir. Geçimini yazarlıkla sağlayan anlatıcı mezarlıktaki ölüler arasındaki konuşmalara kulak misafiri olur. Onu en çok şaşırtan beklenilenin aksine cesetlerin hala dünyevi konularda sohbet ediyor oluşudur. Bu konuşmalarda; erdemlerini kaybetmiş insanların, yozlaşmış, ahlaksız bir toplumun eleştirisi vardır. Ölüler sürekli olarak bir kokudan ve bundan duydukları rahatsızlıktan söz ederler. Bu çürüyen cesetlerinin değil ruhlarının kokuşmuşluğudur aslında. Manevi bir kokudur bu. Yozlaşmış bir ruha sahip en ahlaksız, en kötü olan Klineviç, en çok kokanlarıdır. “Düşünce yok adamlarda, şunun bunun kusurlarıyla uğraşıyorlar.” (Sf. 226) “Burada tabutun içinde günden güne çürüyüp gideceksiniz, yalnızca altı düğme kalacak sizden. (Sf. 242) Bir Yufka Yürek (1848): Bu öyküyü de Tema Yayınlarının “Bir Yufka Yürekli & Soytarı” kitabından okuma nedenim de tabi ki Nihal Yalaza Taluy çevirisidir. Belki de çevirmen sevdası bende takıntı boyutuna ulaşmış olabilir. Aynı dairede çalışan, birbirinin sevinciyle mutlu olup, üzüntüsüyle kederlenen, candan bağlı iki dostun trajedi ile biten sonunu anlatır. Mutlu olmaya alışık olmayan ve kendini büyük bir mutluluğun içinde bulan Vasya Şumkof ve onun mutluluğunu bütün ruhuyla paylaşan dostu Arkadi İvanoviç Nefedoviç! Dostlukları öyle içten ve öyle saf, öyle güzel ki inanın, kıskanılacak cinsten! Böylesi dostluklar da özlemini duyduğumuz geçmişte kaldı ne yazık ki. Çıkar ilişkilerinin hüküm sürdüğü, bencilliklerin her yanı sardığı günümüzde, böyle bir dostluğun hayalini kurmakla asla uzanamayacağını bildiği ciğere bakan kedinin durumundan farksız sayılırız! Şunu da söylemeliyim ki; bazen önemsiz şeyleri kafamızda gerçekten çok büyütüyoruz. Bunun acısını çeken de yine biz oluyoruz! Öyküyü okurken insan bu deliliğin farkına varıyor bir kez daha! Gözlerimden süzülen her damla bir eserin değerini artırır gözümde. Böyle eserlerin birer istiridye olduğunu düşünüyorum ve bizleri içine alan bu istiridyeler gözlerimizden süzülen damlaları birer inciye çeviriyorlar! Bu yüzden de bu kadar değerliler işte! Duygularıma dokunabilmeyi başaran bu öyküye de birkaç inci bıraktım. Timsah (1865): Yer yer güldüren ve çokça düşündüren bu kara mizah öyküsü en sevdiklerimden biri oldu. Dostoyevski’yi bir de böyle okuyun! Anlatıcı, yakın arkadaşı İvan Matveiç ve onun eşi Yelena İvanovna ile birlikte pasajda halka gösterilen timsahı görmeye gider. Gelgelelim büyük bir talihsizlik yaşanır ve timsah İvan Matveiç’i yutar. Tabi beklenenin aksine İvan ölmez: Neyse ki timsah onu bir bütün olarak yutmuştur! Yelena timsahın karnının yarılıp eşinin oradan çıkarılmasını teklif eder lakin timsahın Alman sahibi sermayesinin yok edilmesini kabul etmeyecektir. Ayrıca bu olayla birlikte giriş ücretleri de artmış ve daha büyük bir kazanç sağlanmaya başlamıştır. Paranın, sermayenin insan hayatından çok daha değerli tutulduğu gerçeğiyle yüzleşiriz bir kez daha. Ve tabi bir de basın gerçeği var: Mağdur olan timsahı birileri insanlara anlatmalıdır. İvan mı? İvan timsahın midesinde yan gelmiş yatıyordur! Onun düşünülecek nesi var ki? Olan timsaha oldu! Zavallı timsah! Özetle; bürokrasinin, kapitalizmin, yabancı sermayeye olan hayranlığın, basının etkileyici bir üslupla ve böylesi bir kara mizahla eleştirildiği şahane bir öykü çıkmış ortaya! “Daha iyisi olamazdı” dedirten bir öyküydü benim için. Dostoyevski’nin önünde bir kez daha şapka çıkarma ihtiyacı hissetsem de ne yazık ki bir şapkaya sahip değilim. “Sözgelimi, insan kafası ne denli boşsa, dolu olmayı o kadar az ister.” (Sf. 319) Başkasının Karısı ve Karyola Altında Bir Koca (1848): Hiçbir elle tutulur sebep yokken kuruntulara kapılıp eşinden şüphe eden, onu suçüstü yakalamak için oradan oraya koşturan ve nihayetinde kendini gülünç durumlara düşüren bir kıskanç kocanın öyküsüdür! “Günahınızın ne olduğunu söyleyeyim mi size: Kıskançsınız.” Der genç bir adam. Haklıdır da aslında! Bir günahtır bu denli kıskançlık! Her şeyin dozu vardır ve o doz aşıldıktan sonrası zehirdir! Bu kıskanç koca da hem kendi hayatını hem de kendisine sadık eşinin hayatını zehirlemektedir. Hastalık demeli mi buna bilmiyorum. Ama sağlıklı bir durum olmadığı muhakkak. Yazar da bu durumu eğlenceli bir olay örgüsüyle, çok güzel anlatmış. “Peki bu öykünün esin kaynağı nedir?” diye sorarsanız Dostoyevski’nin aşırı ve yersiz kıskançlıklarıyla eşini bunaltan babasıdır diyebilirim sanırım. Küçük Kahraman (1857): 11 yaşındaki bir çocuğun kendisinden yaşça çok büyük bir kadına duyduğu masum bir ilk aşkı anlatıyor; Dostoyevski’nin ruhsal betimlemeleriyle taçlandırılmış, sürükleyici bir öykü. Etkileyici bir sonla bir kez daha kazanıyor kalplerimizi Dostoyevski. “Keşke bütün insanlar böylesine güzel ve masum sevebilse.” Demekten alıkoyamıyor insan kendini. İki İntihar: Dostoyevski’nin iki intihar vakasını anlattığı minicik bir öykü. “Doğrusu, önemli olan yazmak veya sanat eseri yaratmak değildir, önemli olan gerçeği fark etmek ve kendi dalında sanatçı olmaktır.” (Sf. 420) Bay Proharçin (1847): Cimriliğin hazin sonunu anlatan bir öyküde diyebiliriz aslında. İnsanın, kendi yaşamından kısarak biriktirdiği paralara ne oluyor dersiniz? Kendisi sefalet içinde yüzer, güzel bir yemek bile yiyemezken bir kenarda saklı duran paralara mı acımalı; yoksa kendine bunu reva gören insanlara mı? Akıcı bir üslupla yazılmış, sonu nereye varacak diye merakla okuduğum bir öyküdür Bay Proharçin. Lakin Dostoyevski’nin o dönemki başarısızlıklarından biridir. Ve ne yazık ki sansüre uğramıştır. Dostoyevski “Proharçin’in kimi yerleri kıyasıya değiştirildi. Bu beyler ‘memur’ sözcüğünü yasakladılar, nedenini Tanrı bilir!.. Canlı olan her şey öldürüldü. Benim yaptığımdan yalnız bir iskelet kaldı,” diye yazar kardeşine. “… dünyada yaşamanın ona çok ağır geldiğini düşünür olmuştu… Oysa bunun herkes için ağır olduğunu düşünmüyordu bile!” (Sf. 447) Dokuz Mektupta Bir Roman (1847): Dostoyevski’nin bir gecede yazdığı, ayak takımından iki kişi arasında geçen dokuz adet mektuptan oluşan bu mini öyküyü bende bir solukta okudum. Lakin bir Dostoyevski hayranı değilseniz çok seveceğinizi düşünmüyorum; okumayın da demiyorum! Eleştirilere maruz kalmış bir öykü ne yazık ki. “Çok şaştığım bir şey varsa,” diye yazıyor ünlü eleştirmen Belinski Turgenyev’e, “o da bu iki arsızın mektuplaşmasından sadece hoşlanmamam; herkes de benimle bir kanıda.” “... dış görünüşün kimi zaman ne kadar yanıltıcı olduğunu, çiçeklerin altında bazen bir yılanın gizlendiğini acı deneyimlerimle öğrenmiş olduğumu da bilirsiniz.” (Sf. 463) Polzunkov (1848): Ve yine Nihal Yalaza Taluy çevirisinden okuma arzusuna kapılıp Tema Yayınları “Bir Yufka Yürekli & Soytarı” kitabına yöneldiğim bir öykü! Düzenbaz bir soytarı olan Polzunkov, bir topluluğa başından geçen trajik bir serüveni anlatır. Bunun sonu nereye varacak diye merakla okuduğum, kısa ve keyifli bir öyküydü benim için.
Öyküler
ÖykülerFyodor Dostoyevski · İletişim Yayınları · 20151,030 okunma
·
339 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.